Yukarıdaki yazıda (İngilizler, Hindistanda... diye başlayan paragrafda) geçen "maalesef" kelimesi üzerine yapılan yorum:
(Not: Yazıda katılmadığımız diğer hususlar konumuz dışı olduğu için, onlara değinilmemiştir.)
Değerli Yazar dostumuz mütefekkir
Bahaeddin Sağlam Bey, Risale-i Nurlara muhalif olduğu bilinen ve muhalefetini
bir ilim adamına yakışmayan üslupla dile getiren maruf İlahiyatçıyı
eleştirirken, kendisi de Bediüzzaman’a haksız bir teessüfte bulunmaktadır.
Şöyle ki; Yazıda, “İngilizler, Hindistan’da Müslümanları Hıristiyanlaştırmaya çalışınca, Rahmetullah-ı Hindi, Kitab-ı Mukaddesin muharref olduğuna dair İzharul-Hak isminde bir kitap yazdı... Maalesef Said Nursi de İzharul-Hakka dayanarak Risalelerinde Kitab-ı Mukaddesin muharref olduğunu söylüyor.” şeklinde gayr-i ilmî bir beyanda bulunmaktadır.
Evet, Risalelerde bu meselenin geçtiği 19. Mektupta (Onaltıncı
İşaret, Birinci Kısım, İkinci hüccet) gerçi
doğrudan İzhar-Hak adlı eserin ismi geçmiyor ama müellifine atıf yapılarak
aynen;
"Tevrat, İncil ve Zebur'un ibareleri, Kur'ân gibi
i'câzları olmadığından, hem mütemadiyen tercüme tercüme üstüne olduğundan, pek
çok yabanî kelimeler, içlerine karıştı. Hem müfessirlerin sözleri ve yanlış
tevilleri, onların âyetleriyle iltibas edildi. Hem bazı nâdanların ve bazı
ehl-i garazın tahrifatı da ilâve edildi. Şu surette, o kitaplarda tahrifat,
tağyirat çoğaldı. Hattâ, Şeyh Rahmetullah-i Hindî (allâme-i meşhur), kütüb-ü
sabıkanın binler yerde tahrifatını, keşişlerine ve Yahudi ve Nasârâ ulemasına
ispat ederek iskât etmiş." şeklinde beyanda
bulunmaktadır.
Okuduğunu anlayan ve birazcık dinler
tarihi bilgisi olan herkes, Bediüzzamanın Kitab-ı Mukaddesin tahrifatına dair
meseledeki tespitinde hiç bir yanlışlık olmadığını, tersine tam da gerçeği
ifade ettiğini görür.
Bilindiği gibi İncil, İsa Aleyhisselamın ana dili olan
Aramice’den, önce eski Yunancaya, sonra Lȃtin dillerine ve oradan diğer
dillere tercüme edilmiştir. Yani bugünkü metinler dilden dile yapılan en
az dördüncü (belki de on dördüncü) tercümelerdir.
Eski Ahit denilen Tevrat’a gelince
İbranice aslından ikinci Asırda Yunancaya, oradan Lȃtin dillerine ve oradan
diğer dillere tercüme edilen Tevrat’ın orijinal metninin, efsaneye göre
Kudüs’te, Kutsal Ahit Sandığında saklanmakta olduğu rivayeti ise tam bir
muammadır.
Peki, Bediüzzaman ne diyor:
“Mütemadiyen tercüme tercüme üstüne yapılmış”; “Pek çok
yabanî (asıl metinde olmayan yabancı) kelimeler, içlerine karıştı.”; “Hem
müfessirlerin sözleri ve yanlış tevilleri, onların âyetleriyle iltibas edildi
(karıştırıldı).”; “Hem bazı nâdanların ve bazı ehl-i garazın (yani kısaca bazı
kötü kişilerin) tahrifatı da ilâve edildi.” ve “Şu surette, o kitaplarda
tahrifat, tağyirat (bozma, başkalaştırma) çoğaldı.” diyor.
Şimdi insaf sahiplerine sormak
isterim. Bu tespitlerin hangisinde bir isabetsizlik vardır ki “maalesef”
diyebiliyoruz. Buradan şunu anlıyoruz; demek ki bir meseleyi idrak için kırk
yıl meşguliyet yetmiyormuş.. İnsaf da
gerekliymiş..
Esasen bu tahrifat meselesi birçok
akademik çalışmaya konu olmuştur. Arzu edenler aşağıdaki adresten bu yönde
yapılan kapsamlı bir çalışmaya ulaşabilirler.
Netice itibariyle Bediüzzaman o meselede yanlış bir
şey söylemiyor ki maalesef hitabına maruz kalsın. Yanlış anlaşılmasın, “Bediüzzaman
eleştirilemez” gibi bir iddia sahibi değilim. Elbette eleştirilebilir ve ilmen
eleştirilmelidir de. Fakat yapılacak eleştirinin haklı ve ilmî dayanağı olmalı.
Afakî ve haksız olmamalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder