28 Ekim 2016 Cuma

ABARTILI BİR HABERİN KAVGASI

Soner Yalçın, OdaTV haber sitesi’nin sahibi, Sözcü Gazetesinde köşe yazarı. Sol görüşlü.. Yayımlanmış birtakım kitapları var. En meşhuru, iki cilt halinde yayımlanan “EFENDİ” adlı iki ciltlik yayın.

“Beyaz Türklerin büyük sırrı” başlıklı, 600 sayfalık 1.cildi 2004 yılında; “Beyaz Müslümanların büyük sırrı” başlıklı, 500 sayfalık 2. cildi ise 2006 yılında Doğan Kitap’tan çıktı..

100’er bin adedin üzerinde baskı yapan bu yayınlar, Hürriyet Gazetesinin de desteğiyle medyada fazlaca ses getirmişti. Öyle ki, kitap alımında oldukça seçici davranan bendenizin kitaplığına dahi girmeyi başarmıştı..

Derken, tarih Profesörü Hakan Erdem, “TARİH-LENK” (yani “topal tarih”) adında, bir takım popüler kitaplardaki bariz yanlışları ortaya koyan bir inceleme eseri neşretti.

Üçyüz altmış sayfalık kitabın, 108’den 128’e kadar olan 20 sayfası  bu “Efendi”ye ayrılmış..


Prof. Erdem, istihzalı bir anlatımla, söz konusu kitaptaki yanlışları sıralayarak, sonunda; “kaynakların yetmediği yerde S.Yalçın’ın hayal gücünü kullandığı” kanaatini ifade etmektedir.
Tarih-Lenk'te Soner Yalçın'la ilgili bölümün son sayfası

Evet, kahramanımız engin hayal gücünü sadece on yıl önce yazdığı Efendi kitabında değil, Sözcü Gazetesinde ve sahibi olduğu OdaTV sitesinde yayımlanan günlük makalelerinde de kullanmaktadır.
Bunun en son örneğini, baştaki adreste yer alan,19 Ekim tarihli Sözcü Gazetesindeki “CHP’ye hayırlı olsun” başlıklı makalesinde görüyoruz.
Makalede, 17 Ekim tarihli Yeni Asya Gazetesinde manşette yer alan “Said Nursi uyarmıştı” başlıklı fabrikasyon haber(!) üzerine CHP’yi eleştirirken, doğrudan Said Nursi’yi hedef alıp, gerçeklerden uzak, hayal gücüne dayalı bir takım iddialarda bulunmuştur.

Yeni Asya’nın haberine fabrikasyon dememin sebebi; Muhabirin sorusuna geçmişte PKK’lıların avukatlığını yapmış, CHP’li Sezgin Tanrıkulu'nun verdiği cevap; ortaya söylenmiş, Said Nursi’nin adının geçmediği politik bir laf olmasına rağmen; gazete bunu alıp, solcu-Kürtçü bir adamı ve de Said Nursi’ye yapmadık zulüm bırakmamış, din karşıtı, lȃikliğin simgesi durumundaki CHP’yi parlatırcasına pembe bir tablo ile okuyucusuna yansıtmış olmasıdır.. 

Bizim hayalperest yazarımız işte bu abartılı haberi ciddiye alıp, CHP’yi eleştirmek bahanesi ile Said Nursi’ye olmadık iftiralarda bulunmuş..
Peki, haberin sahibi olan gazete buna karşı ne yapmış?

20 Ekim tarihli gazetede, haberin çok ses getirdiğinden övünçle bahsetmiş.. O haber vesilesi ile yüz binlerce sol okurun Said Nursi aleyhinde yanlış bilgilere maruz kaldığını gözardı ederek..
  
Gerçi, o yazıda "17 Ekim’deki Said Nursî manşetimiz birilerini çok rahatsız etmiş ve tepkilerini farklı adreslerde açığa vurmuşlar. Biz de bunlara twitter ve facebook’ta şu cevapları verdik" diyor, ama kendi okur kitlesinin bir kaç bini geçmediği, oysa aleyhte yazılanların yüzbinlere hitap ettiği ortada..
***
Sözcü Gazetesi (tirajı 300 bine yakın) dışında söz konusu menfi makaleye yer veren bazı yayınlar:
http://odatv.com/yeni-chpde-bir-bu-eksikti-1910161200.html
http://www.birgun.net/haber-detay/soner-yalcin-dan-said-nursi-tarifi-her-daim-kaypakti-132028.html 
Ayrıca, sayısız internet sitesi de yer verdi..
***
Said Nursi'yi siyasî polemik mevzuu yapmanın ne derece yanlış olduğunun muhasebesi yerine (belki farkında olmayarak)  CHP'yi parlatma yolunu seçmişler.
Evet aynen şöyle diyor:  "CHP’nin milletle barışmasının yolu Said Nursî ile de barışmasından geçiyor. Bu noktada Sezgin Tanrıkulu’nun yaklaşımı son derece olumlu"
***
Gelelim kahramanımızın söz konusu iddialarına
Evet, Soner Yalçın, Said Nursi’yi kastederek diyor ki; “Hakkında hep efsane anlatılıyor. Ben gerçekleri yazayım.” (Görelim bakalım efsane olan neymiş. r.k.)


(1) "Hangi yıl doğduğu kesin değil; 1870'li yıllar diyelim..."
(Said Nursî’nin Rumî 1293, Miladî 1878 yılında doğduğu kesindir)

 (2) "Eğitimine Molla Muhammet Emin medresesinde başladı. Çok sürmedi; kavga sonucu kovuldu. Ağabeyi Molla Abdullah'tan ders aldı. Ağabeyiyle kavga etti; ayrıldı. Şeyh Nur Muhammet'in yanına gitti; nedeni bilinmeyen bir sebeple atıldı. Bu arada… Gadya Köyü'nde arkadaşı Molla Muhammet'i bıçaklayıp kaçtı..."

(1890’lı yıllara ait çocukluk dönemini, tam da tarihçi Prof. Hakan Erdem’in dediği gibi, hayal gücünü kullanarak, sanki gözünün önünde cereyan etmiş gibi anlatıyor)


(3) "Gittiği Doğu Beyazıt'ta üç aylık ders sonunda Şeyh Muhammet Celali'den “icazet” aldığı söylense de bu doğru değildi..."
(Onbeş yaşlarında Doğu Beyazıt’ta Şeyh Muhammed Celalî Efendi'den icazet aldığı söylenti değil gerçektir.)
Esasen, Said Nursi'nin eğitiminin üç ay gibi kısa bir süre olduğu bilgisi doğru değildir. 
Kendisi dokuz yaşlarında eğitim için evden çıkmış ve kısa süreli kesintilerle bu eğitim, muhtelif medreselerde, değişik hocalardan ders almak ya da pek çok kitap okuyarak kendi kendine eğitim şeklinde, 14-15 yaşlarına kadar sürmüştür. 
Üç ay kaldığı Doğu Bayezid en son durak ve icazet -hocalık diploması- aldığı medresedir)

(4) "Bitlis'e döndü; ancak vali Şerif Rauf Paşa tarafından şehirde “fitne fesat çıkardığı” gerekçesiyle Şirvan'a sürüldü. Burada ilk kez bir öğrencisi oldu; Molla Cumhur. Yine nedeni bilinmeyen bir kavga sonucu Cumhur yaralandı. O, önce Tillo'ya sonra Cizre'ye gitti. Miran Aşireti'ne sığındı."
(Aynı şekilde, çarpıtma ve hayal ürünü senaryolar)

(5) "Sözüm ona ulema bulunmadığı için Van'a davet edildi. “Ulema yok” dedikleri Van'da meşhur din adamı Abdülhakim Arvasi yaşıyordu!"
(Ulema bulunmadığı için değil, çok genç yaşına rağmen mevcut ulema arasında fikirleri ile dikkat çekmesi ve öne çıkması üzerine Van’a davet edilmiştir. Abdülhakim Arvasi, Van merkezde değil,  o tarihlerde ulaşımı çok güç olan Başkale’de ikamet ediyordu. Ayrıca, Said Nursi, Arvasi gibi klasik medrese hocalarından farklı olarak, güncel meseleler üzerine kafa yoran, fikir üreten biri idi. Vali, Arvasi Hoca ile neyi tartışacaktı?)

(6) "Resmi tarihlerine göre, konağında kaldığı Tahir Paşa'yla “ilmi münakaşa” yaptı; İran'a geçip silahlanmaya başlayınca Tahir Paşa korkup af diledi; barıştılar!"
(Yine çarpıtma...)

(7) "Bir süre sonra İstanbul'a geldi. Amacı, II. Abdülhamit ile görüşmekti. Saray'dan kabul beklerken ne oldu dersiniz; tımarhaneye atıldı! Bitmedi…
 ... Meşrutiyet ilan edilip af çıkınca tımarhaneden kurtuldu."
(Tımarhane dediği, o zamanki adıyla “Toptaşı bimarhanesi” yani bugünkü Bakırköy Hastanesinin ilk teşekkülü..
Hastaneye doktor raporu ile girilir ve yine doktor raporu ile çıkılır. Afla ilgisi yok, orası cezaevi değildi. 
Ortada bir suç yok ki af söz konusu olsun. Yapılan iş baskıcı bir yönetimin idari tasarrufu idi.
İlginçtir; Abdülhamid dönemindeki baskıcı rejime başkaldıran Namık Kemalleri kahramanlaştıran sol kesim, sıra Said Nursi’ye gelince tam  tersi bir tavır sergilemektedirler..
(8) "Hemen… İttihat ve Terakki saflarına katıldı."
(Said Nursi, Meşrutiyeti destekledi fakat İttihatçıların yanlışlarını da eleştirmekten geri kalmadı, saflarına katıldığı doğru değil)

(9) "Çok sürmedi; İttihatçıların rakibi  İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti'ne katıldı; Ayasofya'daki gösterilerinde bulundu. 31 Mart gerici ayaklanmasına katıldığı gerekçesiyle arandı; İzmir'de yakalandı. 23 günlük tutukluluktan sonra salıverildi; çünkü duruşmada nasıl keskin bir İttihatçı olduğunu anlattı." 

(31 Martta yakalandığı yer İzmir değil, İzmit’tir. Bu iki şehrin birbirine uzaklığı ne ise, makalede anlatılanların gerçeklerden uzaklığı da odur.
Sıkıyönetim Mahkemesinde yaptığı savunma, “Divan- Harbi Örfi” adında bir kitapçıkta yayımlanmıştır. Senaristimiz o kitapçığı okumuş olsa idi iddialarının gerçekle ilgisi olmadığını görürdü. Ayrıca hem İttihatçıların saflarına katıldı diyor hem de çok sürmedi İttihatçıların rakibi İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti'ne katıldı diyor.
Yazar Efendinin, Said Nursi'yi okumadığı gibi İttihat Terakki hakkında da yeterince bilgiye sahip olmadığı anlaşılıyor. Çünkü İttihatçıların, silah üzerine yemin ederek teşkilata katıldığını ve öyle canı istediğinde ayrılamayacağını bilmiyor)  

(10) "Askerlerin onayıyla kitap yazdı; Kürt derneklerine katıldı. İttihatçıların verdiği kimlikle Doğu'da propaganda gezileri yaptı."
(Hangi onayla hangi kitabı yazmış? Hangi Kürt Derneğine katılmış?
Doğuda propaganda gezisi dediği ise; aşiretlere Meşrutiyeti anlatarak, onların devlete başkaldırmalarının önüne geçmiştir. Bu husustaki fikirlerini, “Münazarat” adında bir kitapta neşretmiş olup, bölge sorunları dair dikkate alınması gereken önemli görüşler içermektedir)  

(11) "I. Dünya Savaşı başladığında Pasinler'de 300 Kürt'ün milis komutanlığını yaptı. Kanlı Ermeni tehcirinde neler yaptığının yazılmasını istemedi!"
(Yine uydurma bir iddia. Ermeni tehcirinde yanlış bir şey yapmadı.. Tersine, Ermeni kadın ve çocukların can güvenliğini sağlayarak, Ermenilere insanlık dersi verdi ve karşılığında onların da Müslüman kadın ve çocukları öldürmekten vazgeçmelerini sağladı.

(12) "Ruslardan kaçarken ayağını kırdı; ve haber gönderdiği Ruslara Bitlis'te teslim oldu. Vücudunda dört kurşun olduğu yalandı. Tıpkı dört duvarlarla çevrili Rusya'daki esir kampından firar ettiği yalanı gibi! Doğrusu, Brest Litovsk Antlaşması'yla teslim edildi."
(Senarist arkadaş, herhalde bunları aynaya bakarak yazmış. Düpedüz yalan söylemiş;
Bir defa kaçarken değil, savaşırken.. 
Vücudunda dört kurşun olduğunu kim uydurmuş?
Brest Litovsk Antlaşması, Rusların Almanlarla yaptığı barış anlaşmasıdır. Fakat öyle bir ifade kullanmış ki, bilmeyen de sanki Ruslar ellerindeki esirleri salimen teslim etmiş sanır. Oysa, 1.harpte Ruslara esir düşen Osmanlı askerlerinin çoğu hastalık ve açlıktan ölmüş, birçoğu oralarda kalmış, yarıdan azı vatana dönebilmiştir. 
Bediüzzaman da teslim edilerek değil, kaçarak yurda dönmüştür.      

(13) "Savaş bitip, savaş suçları mahkemesi kurulunca İttihatçılara düşman oldu. Şaşırtıcı değildi; yaşamı boyunca devlet otoritesi karşısında her daim kaypak bir taktik yürüttü."
(Sadece bilgisizce değil, ahlȃksızca! bir iftira..
Tam tersi; Said Nursi, hayatı boyunca her devirde, haksızlıklar karşısında otoriteye boğun eğmemiş, net bir tavırla mücadele etmiştir. Bunu anlamak için; ömür boyu maruz kaldığı sürgünler, mahkemeler ve cezaevleri yeterlidir.. )  
(14) "Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı'nı kazanınca 17 Kasım 1922'de Ankara'ya gitti. Selahattin Eyyubi'ye benzettiği Mustafa Kemal'e “hilafeti siz devralın” önerisinde bulundu."
(Said Nursi, milli mücadele hareketini kazanılınca değil, baştanberi desteklemiştir. Yanlış bir tavrı olmamıştır.)

(15) "Ankara onun her devrin adamı olduğunu anlayarak yüz vermedi. Beş ay sonra Gebze trenine binip gitti.
İstanbul'daki bir yıl üç ayı kayıptı; ne yaptığı hiç açığa çıkmadı. Sadece, Kürt Azadi örgütü çalışmalarına katıldığı biliniyor. Teşkilat çalışmaları için 1924'te Erzurum'a, Van'a gitti.
Şeyh Said isyanına katılıp katılmadığı ortaya çıkarılamadı.
Kürt örgütüne üyeliği nedeniyle sürgüne gönderildi"
(Peşpeşe sıralanmış kuyruklu yalanlar. Her devrin adamı olduğu iddiası, yukarıda belirtildiği gibi, çirkin bir iftiradır.
Yazar Efendi, Said Nursi’nin Kürtçülük hareketlerine kesinlikle karşı çıktığından habersiz olduğu gibi; M.Kemal’in, Said Nursi’nin talebi üzerine, Van’da bir üniversite kurulması için 1.Mecliste verilen kanun teklifine imza attığından da habersiz..
Ayrıca, hangi Kürt örgütüne üye imiş? Yalanın bu kadarı da çok fazla!)
(16) "Burdur'da ilk görüştüğü kişi Binbaşı Asım oldu; ve yakın çevresinde sürekli -Albay Hulusi Yahyagil ve Yüzbaşı İ. Hakkı Bayraktaroğlu gibi- subaylar bulunacaktı. (Isparta'daki Tugay Komutanlığı'na yapılacak caminin temel atma törenine bile davet edilecekti.)
Çevresini hep büyüttü. Örneğin…
Yargılandığı Denizli Mahkemesi'nin Ağır Ceza Reisi Ali Rıza Balaban 1907'den beri müridiydi! Mahkemenin diğer üyesi Hesna Şener, müritlerinden Ali İhsan Tola'nın akrabasıydı. Tabii ki beraat etti!..
(Said Nursi, tarikat şeyhi değildi ki, müridi olsun..
O bir Hoca idi. Hocanın talebesi olur. Değişik mesleklere mensup insanların onun fikirlerine ve eserlerine sempati duyması eleştiri değil, takdir konusu olmalı..
Ayrıca o, sadece Denizli Mahkemesinden değil, yargılandığı birçok mahkemeden beraat kararı almıştır. Çünkü ortada suç unsuru olacak bir şey yoktur. Eskişehir gibi bazı yerlerden aldığı basit cezalar ise zorlama sonucu verilen kararlardır)  

(17) "Atatürk vefat edince “insaflı CHP'liler”den saydığı İsmet İnönü'ye yaklaşmak istedi. Umduğunu bulamadı. İktidara gelen DP ile de ilişkileri bir iyi bir kötü oldu."
(Saçma bir iddia! İnönü döneminde sürgünden sürgüne, mahkemeden mahkemeye sevkedilmiştir (Kastamonu-Denizli-Afyon-Emirdağ vs.). 
İnönü’nün insaflı olduğunu ve Said Nursi’nin ona yaklaşmak istediğini kim söylemiş, bunun kanıtı nedir?
Said Nursî, Abdülhamt’ten M.Kemal, C.Bayar ve rahmetli Menderes’e kadar tüm liderlere, mektuplar yazarak uyarılarda bulunmuş, hatta CHP Genel Sekreteri Hilmi Uran’a dahi samimi düşüncelerini ihtiva eden mektup yazdığı görülmektedir. 
Yazar efendi, herhalde onun din ve millet için yaptığı bu girişimlerini çarpıtmaktadır.
 
(18) "II. Dünya Savaşı'nda Hitler'i destekledi; kazanması için dua etti."
(Bu iddia, daha önce, ateist yazar Ayşe Hür tarafından da ileri sürülmüştü.
İddianın kaynağı herhalde Said Nursi’nin eserlerinden Kastamonu Lahikasında yer alan, ikinci dünya savaşının ilk yıllarında yazılan bir mektup olsa gerek..*
 * http://www.yeniasya.com.tr/risaleinur/kastamonulahikasi/#99/z  (sayfa 99-102)
O mektupta, cereyan eden savaşla ilgili analiz yapılarak; devlet ismi verilmeden,  Almanya’nın Rusya ve İngiltere karşısındaki tutumu ve başarısından olumlu şekilde bahsedilmektedir.
Buradan hareketle onun Hitler’i desteklediği ve kazanması için dua ettiği hükmünü çıkarmak doğru değil. Çünkü, o analiz konjoktüreldir.

Şöyleki:
1- O tarihte, Hitler’in gerçek yüzü ortaya çıkmamış; yani, canavar yüzünü henüz göstermiş değildir. 
   Ayni şekilde; Musolini’nin de faşistliği, en azından İtalya dışında, henüz tescil edilmiş olmayıp; Vatikan kanalıyla sanki Hz İsa’nın dinini temsil ediyor pozisyonundadır  
2- Almanya, o yıllarda, başta sömürgeci İngiltere’nin ve zalim Stalin’in Sovyet Rusya’sının karşısında suret-i haktan görülmektedir.
3- İngilizlerin ve Rusların zulmü altında bulunan İslȃm dünyasının çok büyük kısmı, Almanya’yı adeta kurtarıcı gibi görmektedir.
4- Savaşın ilk yıllarında, Almanların mutlak üstünlüğü, hep öyle devam edecek gibi görülmektedir.
5- Oysa, ilerleyen yıllarda, Almanya cephedeki üstünlüğünü yitirdiği gibi, geçen  zaman içerisinde Nazilerin, zulüm ve fenalıkta sömürgeci İngiliz'den ve Komünist Stalin'den geri kalmadığı görülmüştür.

Netice itibariyle; Kastamonu Lȃhikasında o tarihte yapılan o analizin isabetli olmaması Said Nursî için bir nakise değil, o günlerde cereyan eden hadiselerin tesiriyle yapılmış bir tahlildir.. 
Sosyolojik hadiselerin tahlilinde, büyük alimlerde de bazen hasbel beşer yanılgı olabilir.. Yanılmazlık, ancak Allah'a mahsus bir sıfattır..
Bu noktada; yayıncıların o gibi konjoktürel bahisleri şerh düşmeden, açıklama yapmadan okuyucuya sunmaması gerekir. O tür bahislerin aynen neşrinde, muarızların eline koz vermekten başka bir yarar olmadığı açıktır.

Kanaatimce, bu eserleri okuyan Said Nursî bağlıları/Risale-i Nur talebeleri, herhangi bir sorgulama yapmadan okudukları için, muarızların gördüğü noktaları görememektedirler. 

Bu durumda, bu tür eleştirilerin önüne geçilemeyeceği gibi, külliyatın tümü göz önüne alındığında, önemsiz kalan böyle meseleler yüzünden, çok mühim olan bahislere de şüphe nazarı ile bakılmasına yol açılmaktadır.
Bu noktada gerekli açıklama ve tashihler için, naşirlere önemli görev düşmektedir.
    
(19) "Kazanan ABD'nin yanında yer aldı. Ortak düşmanları aynıydı çünkü; solcular!
Bu nedenle… Vatikan'la bile 1951'de ilişkiye geçti; mektup yazdı. Fener'deki Rum Ortodoks Patrikhanesi'ni ziyaret etti.
CENTO'yu, NATO'yu destekledi. Kore'ye asker gönderilmesini savundu. “Dinsiz solculara karşı dindar Hıristiyanlar” ile işbirliğinden yanaydı. Karmaşık ilişkiler kurdu. Örneğin… Denizli'de zirai ilaçlama yapan ABD'li pilot Taylor ile sık sık görüşüyorlardı. Hedefleri aynıydı; solcular!"
(Karmaşık ilişkiler kurduğu iddiası tamamen zırvadır. Denizli’de hapiste idi, Amerikalı bir pilotla sık sık görüştüğü iddiası inandırıcı değil. Hapiste olan ve dışarıda olduğunda da sürekli polis takibinde olan bir kişi Amerikalı bir pilotla hem de sık sık nasıl görüşebilir?
Bu hadisenin aslı astarı nedir, doğrusu belli değil..
Elbette, Said Nursi’nin Komünizme karşı olmasını bir solcunun hazmetmesi beklenemez.
Stalin’in katlettiği milyonlarca mazlumun ahı, bu gibi solcu yobazların utanması için herhalde yeterli olur) 

(20) "Öyle bir masal yazılıyor ki, kimileri inanıveriyor. Hakan Yalman adındaki müridi, Quantum Fiziği ve Bediüzzaman- Gecikmiş Bir Nobel Talebi diye kitap bile yazdı!"
(Said Nursinin müridi olmadığı yukarıda ifade edilmişti. Birilerinin yazdığı kitap onu bağlamaz.)
Esasen; Said Nursi'nin dini ilimler yanında, gençlik döneminde müspet ilimlerle de meşgul olduğu biliniyor. Fakat, ne Risale-i Nur eserleri ne de bir başka dinî eser, fen kitabı değildir. 

Dinî eserlerde fen konuları genel hatları ile ve kȃinatın sanatkȃrının sanatı olma yönüyle yer alabilir, o durumda faydalı da olabilir.

Fakat, fennî teori ve bilgilere din kitaplarında yer verilmesi doğru değildir. Çünkü o teori ve bilgiler o gün için doğru olsa bile, zaman içinde değişebilir, çürütülebilir veya aksi ispat edilebilir. O durumda insanların, aynı eserlerdeki mutlak doğrular hakkında dahi şüpheye düşmesine sebep olur.
Bu noktayı dikkate almak gerekir.


(21) "Nobel'e aday gösterilen bu kişi; 346 kişinin öldüğü 1943'teki Adapazarı depreminin, şehirdeki kızlı erkekli oynanan tiyatrodan kaynaklandığını söyledi! Kadınlar hakkında yazdıklarından hiç bahsetmeyeyim."
(Said Nursi, kadınlar hakkında kötü bir şey yazmamıştır. Kadın veya erkek ahlȃksızlık yapanlar hakkında bazı şeyler yazmıştır.
Onun eserlerindeki depremle ilgili bahisler için yapılan tenkitleri de yukarıda Hitler için yapılan tenkitlere paralel değerlendirmelidir. 
Deprem gibi afetlere bakış açısını irdelemek gerekirse; materyalist birinin bakışı, bu gibi hadiselerin tamamen fiziki ve doğal olduğu; tümüyle tesadüfe bağlı cereyan ettiği yönündedir.
Bazı dindar ve muhafazakȃrlara göre ise bu gibi hadiseler, insanların günahları ve isyanları sebebiyle Allah’ın onları ikazı ve cezalandırmasıdır.*
Bir değerlendirme
Kanaatimce, bu bakış açılarının biri tefrit, diğeri ifrattır.
Çünkü materyalistler, kȃinatı sahipsiz varsayıp, cereyan eden hadiselerin kendi kendine tesadüfen meydana geldiğine inanırken; muhafazakȃrlar ise sanki kendileri imtihandan muafmış gibi, kendilerini tribündeki seyirci yerine koyup, depremleri Allah’ın diğer insanları ikaz ve cezalandırması gibi görmektedirler. 
Şayet dindar bir kişi, kendisi dahil, herkesi kastederek; “Allah bizi ikaz ediyor” demiş olsa; ‘teslimiyettir!’ der, saygı duyarız, ama “Allah şunları ikaz etti, cezalandırdı” gibi hakem rolü üstlenip, Allah adına konuşması cüretkȃrlıktır, teslimiyetle ilgisi yoktur.
Menkıbe olarak anlatıldığına göre; Hz. Ömer zamanında meydana gelen bir deprem üzerine koca halife, “deprem şu şu sebeple olur, ben tövbe ediyorum siz de tövbe edin” demiş.. Yani kendini hariç tutmamış.. İşte teslimiyet budur..
Said Nursî gibi (Mevlȃna, İbni Arabi, İmam Gazali vs.) velî (Allah dostu) olan kişiler; hangi şartlar ve duygular altında, ne maksatla ve hangi makamda söylendiğini bilemediğimiz bazı şeyler söylemiş olabilirler..
Söylediklerinin mes'uliyeti kendilerine aittir. O noktada bizim o sözlerin zahirine bakarak onları yargılamamız doğru olmadığı gibi, onları taklit ederek aynı şeyleri söylememiz de doğru olmaz..

Onlar o sözlerinden masum olabilirler. Fakat, elifi görse mertek sanan bir kısım kişilerin, ortaya çıkıp aynı mertebedeymiş gibi ahkȃm kesmeleri ifrattan öte haddi aşmak olur..
Kaldı ki, depremlerle ilgili istatistiklerden bîhaber verilen hükümler bilgisizlik göstergesi olmaktan öteye geçmez..
Kısacası, Said Nursi’ye yapılan bu tür eleştirilerin önünü kesecek tashih görevi naşirlere düşmektedir..
(22) "Nurcu Yeni Asya gazetesi muhabiri, bir panele katılan CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu ve HDP Milletvekili Mithat Sancar'a Said Nursi'yi sordu. (Aynı soru AKP'li Ensarioğlu'na da sorulmuş ve Said Nursi için müspet şeyler söylemiş ama yazar o kısmı görmemiş
Yeni Asya'nın manşetinde yer alan habere göre; HDP'li Mithat Sancar, Said Nursi sorusuna cevap vermezken, CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu şöyle dedi:
“Birçok aktör var, alim var. Doğru zamanda doğru şeyler söylemiş birçok alim var. Bunların birikimlerinden yapıcı bir biçimde yararlanmak lazım. Yol gösterici olması bakımından bu önemli bir husus.”
(Görüldüğü gibi, CHP'li şahsın cevabında Said Nursi adı geçmiyor. Sorulan soruya, suya sabuna dokunmayan türden, politik bir cevap veriyor.
Fakat bu sıradan sözler dahi, sol kesimce hazmedilemiyor ve bu vesile ile Said Nursi aleyhine olmadık iftira ve karalamalar yapılıyor.)

Netice-i kelȃm: Said Nursi gibi alimler, taraftarlarınca siyasî polemik konusu yapılmamalı; şahısları değil, eserleri ön plȃna çıkarılmalı ki, İslȃm karşıtlarına fırsat verilmiş olmasın.
Herhangi bir şekilde onlara karşı iftiralar atılmasına sebep olunur ise, buna sebep olanların o iftiralara karşı gereken cevabı vermesi gerekir.

Yeni Asya camiasında eli kalem tutan, bu konularda bilgi sahibi insanlar mevcuttur. 
Said Nursi aleyhinde medyada yer alan olumsuz yazılara, sadece Müfit Yüksel'in beyanatıyla yetinmeyip,  etraflı şekilde cevap vermeleri beklenir..

Önemli Not:
CHP'nin Said Nursi ile barışması, eşyanın tabiatına zıttır. Böyle birşeyi beklemek, olmayacak duaya amin demek gibidir.
Bunun olabilmesi için, ilk önce kurucu liderlerinin ilkelerinden vazgeçmeleri, altı oku değiştirmeleri gerekir..

CHP demek, M.Kemal demektir. CHP var oldukça bu durum değişmez. Aksini beklemek, temenni etmek abesle iştigaldir. 

M.Kemal'e ve S.Nursi'ye (yani onların fikirlerine, felsefelerine, dünya görüşlerine) aynı anda olumlu bakmak; zıtların tevhidi gibi mantıken mümkün olmayan bir husustur.