5 Mayıs 2014 Pazartesi

Münazarat Risalesi ve Ermenilerle dost olmak

Yazı Tarihi:  05.05.2014
Başbakanın 24 Nisan vesilesiyle yayımlamış olduğu, Ermenilere taziye mesajı üzerine; Bediüzzaman Said Nursî’nin Münazarat adlı eserinde geçen “Şu milletin saadeti ve selâmeti Ermenilerle ittifak ve dost olmaya vâbestedir (bağlıdır).” şeklindeki beyanını ön plȃna çıkaran, konjoktüre uygun bazı yazıların medyada yer aldığını görmekteyiz.

Kitaplığımdaki Münazarat Risalesi, Sinan Matbaası 1960, İstanbul basımı. Kapak sayfası içinde; “Şarktaki aşiretlerin suallerine cevap olarak hazırlanıp 1329 (M.1911) da neşredilen bu eser, bilȃhare Müellif Bediüzzaman Said Nursî tarafından tekrar gözden geçirilerek neşredilmiştir.”  notu var. Bu kitapçıkta, eserin ilk baskısında bulunan; “Ermeniler bize düşmanlık edip, hile ve hıyanet ediyor. Nasıl dostluk üzerinde ittifak edeceğiz?” şeklindeki sual ve bu sualin cevabı yer almamaktadır. Yani, 1960 yılı baskısından çıkarılmıştır.

Bu noktada şu hususların dikkate alınması gerektiğini düşünüyorum:

1- Bediüzzaman’ın, ilk dönem eserlerinde sonradan bazı düzeltmeler ve değişiklikler yapmış olduğu bilindiğine göre; bugün, o eserlerin ilk hȃli yerine, Müellif tarafından yapılan düzeltilmiş şekilleri dikkate alınmalıdır. Bu husus, aynı zamanda Müellife saygının gereğidir.

2- Bu bağlamda, 1911 yılında telif edilen Münazarat eserinde geçen hususlar, günümüz meseleleri açısından değerlendirilirken; Müellif-i Muhteremin, Kastamonu Lȃhikasındaki; “Telifinden otuz dört sene sonra, Münazarat namındaki esere baktım...” şeklinde başlayan iki sayfalık mektupta yapmış olduğu tavzih ve ikazlar dikkate alınmalı ve yok sayılmamalıdır. Bakınız: http://www.yeniasya.com.tr/risaleinur/kastamonulahikasi/#93/z


3- Ermeni Komitelerinin Abdulhamid düşmanlığı ve ona Kızıl Sultan diye lȃkap taktıkları bilinir. Nitekim Bediüzzaman, söz konusu Münazarat adlı eserinde, “Düşmanlığın sebebi olan istibdat öldü. İstibdadın zevaliyle dostluk hayat bulacak.” beyanıyla, Abdulhamid döneminin sona erdiğine dikkat çekerek, Meşrutiyetle birlikte Ermenilerle dostluğun gelişeceğini ifade etmektedir. Ancak, Meşrutiyet sonrasında, 1908 Meclisine 11 ve 1914 Meclisine 12 Ermeni milletvekilinin seçilmesine rağmen; Ermeniler ayrılıkçı, milliyetçi fikirlerinden vazgeçmemiş, beklentilerin tersine, 1. Dünya Savaşında Ruslarla işbirliği yaparak Müslüman halkı katletmekten geri kalmamışlardır.

4- Nitekim, Müellif-i Muhteremin tarihçe-i hayatına baktığımızda, Münazarat’ta açıklanan, aşiretlerle yapmış olduğu bu konuşmadan takriben 4-5 yıl sonra talebelerini silahlandırarak, Ermeni çetelerine karşı savaştığını görüyoruz. Buradan, asırlardır Müslüman ahali ile yan yana yaşayan, Osmanlıya sadık Ermeni halkı ile Ruslarla işbirliği yaparak devlete başkaldırmış olanların ayırt edilmesi gerektiğini anlıyoruz. Kimlerle hangi şartlarda dost olunacağı doğru tanımlanmalıdır. Mutlak mȃnȃda bir dostluk söz konusu değildir. Yani dostluk tek taraflı olamayacağı gibi karşı tarafın da uzatılan dostluk elini tutması icap eder.

5- Bediüzzaman’ın, genel mȃnȃdaki “milliyet” tanımından din kardeşliğine dayalı “İslȃm milleti”nin anlaşılması gerektiği doğrudur. Ancak bu tanım, Müslümanlar için geçerlidir. Söz konusu eserde, Ermenilerle ilgili olarak geçen; “...Hem de fikr-i milliyetle müttefik ve kavîdirler.” ifadesindeki “milliyet” kavramının “Ermeni milliyetçiliği” olduğu açıktır.

6- Başbakanın Ermenilere taziye mesajı üzerine hatırlanan bu bahiste geçen “Şu milletin saadeti ve selâmeti Ermenilerle ittifak ve dost olmaya vâbestedir.” beyanındaki “şu millet” ifadesinden; konuşmanın cereyan ettiği bölge halkı olan “Kürtler” mi, tüm “Osmanlı milleti” mi, yoksa bugünkü “Türkiye” halkı mı anlaşılmalıdır? 

Şayet, “şu milletten” kasıt; bütün İslam milleti’dir, denilirse bu gerçekçi olmaz. Hadise kendi bağlamında ele alınırsa, doğru cevabın; o zaman, Kürdistan denilen bölgede asırlardır Ermenilerle yan yana yaşayan “Kürt milleti” olduğu şeklinde anlamak herhalde en gerçekçi cevap olur ki; Ermenileri, “Âdem zamanında yolda arkadaşlık eden bizimle gelmiş büyük bir unsur” olarak niteleyen, ifadedeki “biz”den kastın Kürtler olması daha ma’kuldur.

Çünkü, 1914 yılı Osmanlı nüfus sayımına baktığımızda, Ermeni nüfus ortalaması, Osmanlı coğrafyasında % 5-6, Anadolu ve İstanbul çevresinde % 8 civarında iken Van ve Bitlis gibi Vilayetlerde % 20-30'lar gibi oldukça yüksek bir nispette idi. Yani o devirde, o bölgede Ermenilerle dost geçinmek daha büyük bir önem arz etmekte idi..

Netice itibariyle: Ermenilerle dostluk meselesinde, isabetli bir hükme varabilmek için, Münazarat’ta ifade edilen hususların doğru analiz edilmesi yanında, Bediüzzamanın Tarihçe-i Hayatı ve Lȃhikalar gibi diğer eserlerde geçen:

“... O eski zamanda eski Said'in talebeleri, üstadlarıyla şiddet-i alakaları fedailik derecesine geldiğinden, Van-Bitlis tarafında Ermeni komitesi, Taşnak fedaileri çok faaliyette bulunmasıyla, eski Said onlara karşı duruyordu, bir derece susturuyordu.” 

“Bediüzzaman'ın gönüllüleri, ermeni fedailerinin fevkındedir!”

“Bu haller münâsebetiyle benden sordular ki: ‘Dehşetli fedâileri bulunan Ermeni komitesi sizden korkuyorlar ki, siz Van'da Erek Dağına çıktığınız zaman, fedâiler sizden çekinip dağılıyorlar, başka yere gidiyorlar. Acaba sizde ne kuvvet var ki öyle oluyor?’...”

“Hem acaba, eskiden beri bu vatan ve millete zarar niyetiyle, Avrupa'nın dinsiz komiteleri hesabına ve Rum, Ermeniler cemiyeti vasıtasıyla dinsizlik ve ihtilaf ve fesad tohumlarını saçan mülhidlere karşı müdafaat-ı ilmiyem, hangi sûretle hükûmet aleyhine alınıyor. Ve hangi sebeple hükûmete bir taarruz manası veriliyor?...”

Gibi beyanların va’z ediliş sebepleri ve o günden bugüne geçen bir asrı aşkın zaman diliminde cereyan eden hadiseler de nazar-ı dikkate alınmalıdır.

*****