30 Aralık 2014 Salı

TARİH Mİ HATALI, TARİHİ YAZANLAR MI?

Not: Adresteki makale sebebiyle Yazar'a gönderilen mektup. 
(Yazıda daha sonra bazı küçük düzeltmeler yapılmıştır. Sarı bölümler söz konusu makalede geçmektedir)

Değerli Yavuz Bey,
Öncelikle size teşekkürlerimi sunmak isterim. 30 Aralık 2014 tarih ve “Lozan’dan Türkiye’ye” başlıklı yazınızla, bir tezimizi doğrulamış oldunuz.

Tezimiz:
M. Kemal’in tarihe geçmiş, bir çok askerî (Çanakkale-Kurtuluş Savaşı) ve siyasî (Hatay meselesi-Montrö Antlaşması) ve ekonomik (Çeşitli fabrikalar-demiryolları-İşbankası) çok önemli hizmet ve başarıları yanında; on beş yıllık (1923-1938) devr-i hakimiyetinde bir takım sosyolojik (Şapka gibi şekilci devrim) kültürel (Başarısız dil devrimi- Türkçe ezan) adlî-hukukî (İkinci dönem İstiklal Mahkemeleri- Kurtuluş savaşı komutanlarının harcanması) bir takım hata ve yanlışları da bulunmaktadır.

Ancak, M. Kemal’in hayatı anlatılırken, sadece başarıları dile getirilmekte; yanlış ve hatalardan söz edilmemektedir. Adeta insanüstü bir Atatürk imajı oluşturulmakta, kısacası tabulaştırılmaktadır.
Fakat gerçek şu ki, tabulaştırma konusu sadece Atatürkle sınırlı olmayıp; bazı dini grupların şeyh- hoca- üstad mevkiindeki önderlerinin de bir şekilde, kendi taraftarlarınca tabulaştırıldığı görülmektedir. 
 
Diğerlerinden sarfı nazar, sadede gelirsek; Atatürk'ü tabulaştıranların belki bir kısmı için fanatik/aşırı taraftarlık ya da dervişane/kayıtsız teslimiyet davranışı gösterdikleri düşünülebilir; fakat büyük çoğunluğun eğitimli, gerçeği gördüğünde kabul eden, toplumun aydın kesiminden ve objektif düşünme yeteneğe sahip kişiler olduğu açıktır. 
***
Ara Değerlendirme: 
Doğrularıyla/Yanlışlarıyla tarihe mal olmuş kişilerin icraatlerine dair, kişilik haklarına dokunmadan, objektif şekilde kritikte bulunmak, o kişilerin değerini düşürmez. Örneğimizde, M. K. Atatürk'ün İstiklal Harbinin muzaffer Başkumandanı ve de Cumhuriyetin Kurucu Lideri olduğu gerçeğini değiştirmez.
 
Esasen fani dünyadan göçmüş insanlara yapılacak ne övgüler fayda verir ne de yergiler zarar.
Fayda veya zarar yaşayan insanlar içindir. Tarih doğru öğretilirse ders alınır, hatalar tekrarlanmaz.
*** 
Bugünkü özgür düşünce çağında, eğitim seviyesi yüksek olan aydınlarımız dahi, objektif değerlendirme yapma konusunda, aşağıda görüleceği üzere, Falih Rıfkı ATAY'ın çok gerisinde kalmalarının sebebi ne olabilir?

Cevap:
F. R. ATAY'ın kişisel özellikleri bir tarafa, kanaatimce bu husus iki sebepten kaynaklanmaktadır. Birincisi, gerçekleri objektij yansıtmayan, sorgulamaya ve eleştiriye kapalı, ezberci, resmî tarih öğretileri; diğeri  M. Kemal muhaliflerinin ortaya attığı ipe sapa gelmez, tarihî gerçeklikten uzak, gayr-ı ciddi iddialardır. 
Tespitlerime göre, özellikle aydınlar ve gençler üzerinde, ikinci sebep daha etkili olmaktadır. Seviyesi düşük, eleştiri sınırını aşan, iftiraya varan derecede yalan yanlış iddialar, Kemalistlerin kendi düşüncelerinin doğru olduğu inancını artırmaktadır.. 
Zaten bizim toplumda tenkit/eleştri kültürü gelişmediği için, sanat eleştirmenleri dışında, bu kavramın anlamı dahi doğru bilinmez.
Tenkit deyince kötüleme, karalama anlaşılır, oysa tenkit bir şeyin veya bir kişinin gerçek değerini, artı ve eksi yönlerini ortaya koymaktır, kötülemek değildir..  

Evet, ölümü üzerinden 76 yıl gibi uzun bir zaman geçmiş olmasına rağmen, M. Kemal hȃlȃ objektif bir şekilde tanıtılmamakta/ bilinmemektedir.
Bunun sebebinin 5816 sayılı Kanun olduğu iddiası geçersizdir. Çünkü o Kanun Atatürk’e hakareti suç saymaktadır, eleştirilmesini değil. 
Bunu anlamak için, onbeşyıl milletvekili ve masa arkadaşı olarak, Atatürk’ün en yakın adamlarından biri F. R. Atay’ın ÇANKAYA adlı eserine bakmak yeterlidir.

Atatürkü taparcasına sevdiği, meziyetlerini ve her türlü başarılarını överek, gururla  anlattığı 650 sayfalık kitapta, hacim olarak belki yarım sayfayı bulmayan ama samimi ve objektij şekilde oldukça ağır eleştirilerde bulunmakta, zaaflarından ve eksiklerinden söz etmektedir. Buna rağmen, bugüne kadar söz konusu kitap takibe uğramamıştır. Buna benzer daha başka örnekler de vardır. Demek oluyorki koruma kanunu hakaret içermeyen eleştirilere engel değil..
Meselȃ, Pozitif Yayınlarından çıkan kitaplığımda mevcut nüshada Yazar F. R. ATAY, şöyle tenkitlerde bulunmaktadır;

- 495. sayfada imar çalışmalarını anlatırken Ankara ve İstanbul’da milyonlar çalındığından bahisle, “M. Kemal ... şehir planını tatbik edebilecek kuvvette bir idare kuramamıştı.”

- 540. sayfada dil ve tarih konusunu anlatırken, “M.Kemal de kendinden önceki ve sonraki kuşaklar gibi, Türklüğün geçmiş medeniyetlerde yeri olmadığını ileri sürmekte, Frenk edebiyatı ile birleşen tarih kitaplarını okuyarak ve Türkçenin bir ilim ve edebiyat dili olamayacağına inandırılarak yetişmiştir...

- 518. sayfada “...Atatürk’ün yetişme tarzından doğma eksikleri vardı. Bu eksikleri tamamlayamadık.”

- 581. sayfada “Atatürk ... umumî kültürü ister istemez zayıf bir Osmanlı subayı idi...”

Kitapta, daha başka zaaflarından ve eksiklerinden söz edilmektedir. Denilebilir ki, yazar F.R.ATAY, Kemalistler içinde M. Kemal’i en objektif şekilde anlatan kişidir.

Sayın BAHADIROĞLU,

Siz de bugünkü yazınızla, birçok noktada bu tezimizi doğrulamış oldunuz. Bunlardan sadece iki tanesini dikkatlerinize sunmak isterim.
Şöyle ki;
1- İngiliz istihbaratı... Sultan Mehmed Vahideddin’in... Mustafa Kemal’i Anadolu’yu teşkilâtlandırmak üzere Samsun’a göndereceğini öğrenememiş olabilir mi? buyurmuşsunuz.

Doğrusu:  “... Sultan Mehmet Vahdettin... General Mustafa Kemal yönetiminde bir heyet göndermek üzere, İtilaf Devletleri Yüksek Komiserliği ile anlaşmıştı... bir Türk subayı odama gelip, Mustafa kemal ve heyeti için vize istedi.*”

(*Kaynak: Vizeyi veren İngiliz istihbarat subayının anıları: J.G.Bennett, Tanık, Yapı Kredi Yayınları, sayfa 45) 

(YANİ, M.KEMAL’İN ANADOLUYA GEÇİŞİ, ÖYLE GİZLİ KAPAKLI DEĞİL; O GÜNÜN ŞARTLARINDA ZORUNLU OLAN İNGİLİZ VİZESİ İLE OLDUĞU TARİHİ BİR GERÇEKTİR.)

2- ... Mustafa Kemal’i durdurmasını İngilizler Padişah’tan istiyor. O da bölgenin en üst rütbeli komutanı Kâzım Karabekir’e açık bir telgrafla bunu bildiriyor. Karabekir Paşa ise verilen emre uymak yerine tam tersini yapıyor. Sivas’a gidip Mustafa Kemal’e selam duruyor: ‘Kolordumla birlikte emrinizdeyim Paşam! diyor.” şeklindeki beyanınızda, Karabekir Paşayı Sıvas’a göndermişsiniz.

Doğrusu:  Hadise, Sıvas’ta değil, Erzurum’da cereyan etmiştir. Yakın tarihle ilgili pek çok kaynakta bu basit bilgiyi görmek mümkündür.

Şimdi, lütfen biraz empati yapıp, kendinizi Atatürkçü bir kişinin yerine koyunuz. Bu bariz yanlışları gördükten sonra, yazının geri kalanı doğru olsa bile onlara inanır mısınız?
  
Selam ve saygıyla

Rafet KALYONCU
Ankara

(Aşağıdaki kısım yazıya sonradan ilave edilmiştir.)

Not: Lafı uzatmamak için, söz konusu yazıdaki sadece iki yanlışa işaret edilmişti.. 

Diğer yanlışlara gelince:

Tarihçi olduğunu iddia eden bu dostumuz, ne yazıktır ki, M. Kemal’i küçümsemeye çalışırken; Türk Milletini küçümsediğinin farkında değildir. 

Nasıl mı?

I. Yazıda; Resmi tarih, “Yedi düvele karşı” savaştığımızı söylüyor, oysa Doğu’da Ermenilerle Batı’da Yunanlılarla savaşıyoruz… Yani ortada “yedi devlet” filan yok. Şeklinde beyanda bulunmuş.

Doğrusu: Bu kanaatinin yanlışlığını görmek için makalesine başlık olarak almış olduğu Lozan Antlaşmasının taraflarına bakmış olsaydı, yani Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin karşısında müzakere masasında kimlerin olduğunu araştırmış olsaydı o “yedi düvelin” kimler olduğunu görebilirdi.

Evet Lozan’da bizim karşımızda;

1- Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Krallığı (İngiltere),
2- Fransa Cumhuriyeti,
3- İtalya Krallığı,
4- Japonya İmparatorluğu,
5- Yunan Krallığı
6- Romanya Krallığı,
7- Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı bulunmakta idi..

Gerçekten tam 7 devlet. Bunların bir kısmı ile fiziken savaşmamış olsak bile onlar da düşman ittifakı içindedirler ve fiilen savaşanların maddi, manevi destekçisidirler.

Dikkat edilirse Rusya bu listede yoktur. Çünkü Rusya, 1917 Bolşevik İhtilali sebebiyle, işgal ettiği topraklardan kendiliğinden çekilmiş ve siyaseten Anadolu Mücadelesini destekler pozisyon almıştır.
Ermeniler de yoktur, çünkü 1920 yılında onlarla antlaşma yapılmış ve sınırlar belirlenmiştir.    

II.  Yazıda, “...Tabii önce bize “İstiklȃl Savaşı” olarak takdim edilen ve hamaset edebiyatı eşliğinde sunulan dönemi ... irdelemek gerekiyor.

Şeklindeki ifade ile “İstiklȃl Savaşı”  olarak takdim edilen hadisenin aslında hamaset edebiyatından ibaret olduğu ve ortada İstiklȃl savaşı falan olmadığı söylenmek isteniyor.

Doğrusu: Böyle bir iddiada bulunmak için herhalde  bu topraklarda hiç yaşamamış olmak icap eder.

Açıkçası, Mondros Ateşkes Antlaşmasının ağır şartlarını, Sevr Haritasını, İzmir, İstanbul, Maraş, Antep, Urfa vs İşgalini, İngilizlerin her tarafa göndermiş oldukları gözlemci subayların icraatlarını, Müdafa-i Hukuk Cemiyetlerinin ne maksatla kurulduğunu araştırmayı bir tarafa bırakıp;
Yaşı itibariyle sadece, dedesinden- ninesinden o günlere ait "işgal, muhacirlik, seferberlik, açlık-kıtlık, Yunan gavuru, Rum Çeteleri"ne dair hikayeleri dinlemiş olsaydı, herhalde böyle bir hükme varamazdı.

O savaş, gerçek bir Kurtuluş Savaşıdır ve bütün  bir milletin varoluş mücadelesidir. 
Onu küçümsemek M. Kemal Paşa'yı değil, bir milleti küçümsemektir..


14 Aralık 2014 Pazar

VAHİY VE DEMOKRASİ

İslȃmî meseleler, ifrat ve tefritten uzak değerlendirilmelidir. Körü körüne batı düşmanlığı ne kadar yanlış ise, demokrasi denilen hayat tarzını İslȃm’la özleştirmek de o kadar yanlıştır. Çünkü, İslȃmla bağdaşan yönleri olduğu gibi, taban tabana zıt tarafları da bulunmaktadır.

Ayrıca, demokrasi ile cumhuriyet terimleri birbirine karıştırılmamalı. Asrı Saadetteki Halifelik, babadan oğula geçmediği için Cumhuriyet mȃnȃsında idi, fakat demokrasi değildi.
Demokratik sistemde, temel insan hakları, eşitlik, hürriyet, serbest seçimler gibi, İslȃm'ın cevaz verdiği hususlar yanında, ekonomide serbestliğin gereği olan; faiz, içki, kumar, domuz eti ile toplumdaki sefih hayat tarzı gibi, İslȃm'la bağdaşmayan pek çok meselenin olmazsa olmaz insan hakkı olarak kabulü ve serbestiyeti bulunmaktadır.


Meselȃ; İslȃm'da “mürtedin hakkı hayatı yoktur” hükmünü, demokrasinin hangi prensibi ile bağdaştıracaksınız? Netice itibariyle: İslȃm vahye dayalı bir din; demokrasi ise beşerî ve dünyevî bir sistemdir. Bu iki mefhumu mukayese ve aynîleştirmek yanıltıcıdır.
Bu konuda kalem oynatanlar, meseleyi gelip geçici siyasîlere indirgemeden, evrensel değerler ölçeğinde bakmalıdır.


Ülkemizde, bugün ve geçmişte, gerçek anlamda bir demokrasinin uygulanmadığı açıktır. İtirazımız, beşerin bu zamana kadar bulabildiği en az mahzurlu sistem olarak tanımlanan, demokrasiye değildir. Demokrasiyi (buna bağlı olarak AB’yi) benimserken, kendi değerlerimizden vazgeçmeden, asgarî hassasiyet gösterilmelidir. (En azından İngilizlerin AB’ye girerken önemli değerleri Sterlinden vazgeçmedikleri gibi)
Efendim, ben I. Avrupa’yı  (bilim-teknik ve demokratik yönü) benimserim, II. sinden (sömürgeci ve sefahat yönü) bana ne! Diyemeyiz. Çünkü Hıristiyanlık İslȃmiyet’e duhul etmedikçe, her iki Avrupa daima ve iç içe var olacaktır.


Doğrusu bazı İslamî kesimler, Kemalizm’den kurtulmanın tek yolu ve çaresi olarak; AB’ye girmeyi gördüklerinden, gerdeğe girme heyecanı taşıyan toy delikanlılar gibi, AB’yi bir an önce dört elle kucaklamak hayalindedirler. Önüne arkasına, ne doğuracağına bakmadan..
Bu hayale kapılırken de; Batının İslȃm ȃlemine karşı hazırki tavrını görmezden gelip, Risale-i Nurlarda geçen ve II. Avrupa’yı var eden Avrupa Felsefesi ile Hikmet-i Kur'âniyeyi mukayese eden bahisleri yok saymaktadırlar.

Halbuki, Türkistan asıllı büyük fikir adamı, Prof Zeki Velidi Togan, T. Diyanet Vakfı tarafından yayımlanan hatıralarının 533. sayfasında;
 “1923 yılında kabil’deki konuşmalarımızda demokrasinin İslȃm memleketlerinde başı boş Anglo-Amerikan usulünü harfiyen tatbik etmek şeklinde olmayıp, ülkelerin milli hususiyetlerine uygun bir şekilde tatbik edilmesi gerektiği yolunda, aydınlarımızın umumî fikir temayüllerine uygun çıktığını görmekten memnunum” diyordu..
Açıkçası fikren 100 yıl gerideyiz..