Bir TV kanalında yapılan bir tarih programı ile ilgili olarak; program sunucusuna gönderilen mektup ve cevabı:
Not: Söz konusu program sunucusunun fevkalade beyefendi ve kültürlü bir kişi olduğunu belirtmeliyim.
Muhterem ... Bey,
Tarihe ve milli kültüre ilgi duyan biri olarak,
programlarınızı elden geldiğince takip etmekteyim. Öncelikle, birbirinden
kıymetli konuklarınızla izlenmeye değer programlar yaptığınız için takdir ve
teşekkürlerimi bildiririm.
Şahsen bir izleyici olarak gördüğüm; özellikle
siyasete temas eden programlarda, çok bilgili kişilerin dahi sehven, zühulen
veya dikkatsizlik eseri de olsa söylediği küçük fakat yanlış bir bilgi,
muarızlarınca o bilge kişilerin diğer doğrularının da sorgulanmasına yol
açmakta, muvafıklarının ise yanlış malumat edinmesine sebep olmaktadır.
Mümkün olduğunca bu tür hatalardan sakınılması
gerektiği kanaatindeyim.
Bu bağlamda;
Kanal ...TV’de 27 Ekimde sunmuş olduğunuz tarih programında,
konuğunuz Sayın S.A.; Çankaya adlı esere atfen, yazar F.R.Atay’ın; “Ankara
iktidarı, ister istemez kafasının dikine giden, bir askerî dikta rejimi
olacaktır. Cumhuriyet, işin iç yüzünü maskelemekten başka bir şey değildir.”
şeklinde bir fikir beyan ettiğini ifade etmiştir.
Bendeniz programınızı daha sonra tekrarından izlediğim
için maalesef canlı yayına mesaj gönderme şansım olmadı. O sebeple bu notu
zȃt-ı ȃlinize arz etmek istedim.
Söz konusu ifadenin, Çankaya adlı eserde yer aldığı
doğrudur ama o fikir Atay’ın değil, eski Maliye Nazırlarından ve İzmir suikastı
nedeniyle idam edilen Mehmet Cavit Bey’e aittir.
Açıkçası, Atay adı geçen eserinde, Cumhuriyet’in
kuruluş aşamasındaki gelişmeleri anlatırken, Cavit Bey’i rahmetle anarak, onun
İttihat Terakki’nin lideri pozisyonunda olduğunu ancak, komitacı olmayıp,
medeni bir adam olduğunu ifade ederek; “Onu Lausanne’dan beri (Cavit
Bey Lozan delegasyonunda üye idi) muhalefete sürükleyen sebepler
şunlardır:” diyerek, o sebepleri sıralamakta ve mevzubahis edilen “...
Cumhuriyet, işin iç yüzünü maskelemekten başka bir şey değildir.” tarzındaki
cümleyi de Cavit Bey’i muhalefete iten sebepler muvacehesinde zikretmektedir.
Zaten devrimlerin en büyüğü olarak nitelendirilen
Cumhuriyetle ilgili böyle bir fikrin, M. Kemal’e onbeş sene milletvekili olarak
hizmet etmiş, onun masa arkadaşı ve sırdaşı olmuş, kendi beyanıyla ona dil
devrimini empoze etmiş, bütün devrimleri can u gönülden desteklemiş; Padişaha,
Halifeye ve Müslümanlara gerici nazarıyla bakan bir şahıstan sudur
edebileceğini düşünmek eşyanın tabiatına zıttır.
(Not: Çok zayıf bir ihtimal de olsa, Sayın Hatibin
elindeki nüshada (Bateş Yayınları- s. 381) baskı hatası var
ise lütfen aynı eserin Pozitif Yayınlarından çıkan nüshasına (sayfa 443) bakılması)
Bu bahis TV-a
arşivinde, 27 Ekim tarihli programın 3. parçanın sonunda geçiyor.)
Bu arada, adı geçen yazar, söz konusu eserinde M.
Kemal’e ve devrimlerine büyük övgüler düzmekte, her vesile ile onun dehasını ön
plana çıkarmakta, muhaliflerini küçümsemekle birlikte; yeri geldikçe de onu
(devrimlerini değil) eleştirmekten ve kendince eksik yönlerini saymaktan da
geri kalmamaktadır.
Meselȃ, Pozitif Yayınlarından çıkan kitaplığımda
mevcut nüshada;
- 495. sayfada imar çalışmalarını anlatırken Ankara ve
İstanbul’da milyonlar çalındığından bahisle, “M. Kemal ... şehir planını
tatbik edebilecek kuvvette bir idare kuramamıştı.”
- 540. sayfada dil ve tarih konusunu anlatırken, “M.Kemal de kendinden
önceki ve sonraki kuşaklar gibi, Türklüğün geçmiş medeniyetlerde yeri
olmadığını ileri sürmekte, Frenk edebiyatı ile birleşen tarih kitaplarını
okuyarak ve Türkçenin bir ilim ve edebiyat dili olamayacağına inandırılarak
yetişmiştir...”
- 518. sayfada “...Atatürk’ün yetişme tarzından doğma eksikleri vardı. Bu eksikleri
tamamlayamadık.”
- 581. sayfada “Atatürk ... umumî kültürü ister istemez zayıf
bir Osmanlı subayı idi...”
Kitapta, daha başka zaaflarından ve eksiklerinden söz
edilmektedir. Denilebilir ki, yazar F.R.Atay, Kemalistler içinde M. Kemal’i en
iyi anlatan kişidir.
Sayın ...,
Hoşgörünüze sığınarak, izninizle, bu noktada bazı
düşüncelerimi dile getirmek isterim.
Belki son derece mütevazi ve saygılı bir kişiliğe
sahip olmanızdan dolayıdır. Konuğunuzu sürekli tasvip ve tasdik eder bir üslup
içinde programı sunmaktasınız. Oysa biraz olsun sorgulayıcı olmanız ve yerine
göre aykırı sorular sormanız beklenir.
Malumunuz, bir insan ne kadar bilgili de olsa bazı şeyleri gözden kaçırmış olabilir. Program sunucusu biraz eleştirel olur ve sorgulama yapabilir ise herhalde konuşmayıcıya da yardımcı olmuş olur. En azından izleyici nazarında, hatibin olabilecek yanlışlarına ortak olmamış olur.
Malumunuz, bir insan ne kadar bilgili de olsa bazı şeyleri gözden kaçırmış olabilir. Program sunucusu biraz eleştirel olur ve sorgulama yapabilir ise herhalde konuşmayıcıya da yardımcı olmuş olur. En azından izleyici nazarında, hatibin olabilecek yanlışlarına ortak olmamış olur.
Tasavvufta belki derviş teslimiyeti olabilir ama
siyasî ve fikrî meselelerde olmaz, olmamalı..
Mesela, söz konusu programda dile getirilen ve sizin
de onaylayıcı bir tavır gösterdiğiniz birkaç hususu dikkatlerinize sunmak
isterim;
- O tarihlerde herkesin Cumhuriyete
taraftar olduğu fikri biraz araştırılırsa gerçeği yansıtmadığı görülecektir. Bu
fikir bugün için doğru görülebilir ama o gün herkesin Cumhuriyetçi olması söz
konusu değildir. O tarihlerde Padişah yurt dışına kaçmış olsa da çoğunluk yine
de, en azından, Halifelik taraftarıdır ve Halifeye bağlıdır.
- Programda Sayın Hatip tarafından, M. Kemal’in iki kez kalp krizi
geçirdiğinin gizli saklı tutulduğu ifade edilerek; onun güya hastalanmaz insanüstü
bir varlık olduğu izlenimi verilmek istenmiştir, gibi bir iddiada
bulunulmuştur.
Oysa, M. Kemal’in gayet hassas ve sağlıksız bir bünyesi olduğu; hatta, 1.Savaş esnasında dahi tedavi amacıyla Almanya’ya gönderildiği bilinmektedir. Mütareke döneminde, İstanbul’da Karabekir Paşa da, onu Anadolu'da başlatılacak bir harekete ikna etmek için Şişli'deki evinde ziyaret ettiğinde hasta yatağında yatmakta olduğunu, hatıralarında zikretmektedir. Söz konusu Çankaya kitabının 559. ve 560. sayfalarında 1924 ve 1927 yıllarında kalp krizi geçirdiği ve Almanya’dan iki doktor getirildiği açıkça yazılıdır. Yani bunun gizlenecek tarafı yoktur.
Oysa, M. Kemal’in gayet hassas ve sağlıksız bir bünyesi olduğu; hatta, 1.Savaş esnasında dahi tedavi amacıyla Almanya’ya gönderildiği bilinmektedir. Mütareke döneminde, İstanbul’da Karabekir Paşa da, onu Anadolu'da başlatılacak bir harekete ikna etmek için Şişli'deki evinde ziyaret ettiğinde hasta yatağında yatmakta olduğunu, hatıralarında zikretmektedir. Söz konusu Çankaya kitabının 559. ve 560. sayfalarında 1924 ve 1927 yıllarında kalp krizi geçirdiği ve Almanya’dan iki doktor getirildiği açıkça yazılıdır. Yani bunun gizlenecek tarafı yoktur.
- Programda,
S. Demirel’le ilgili istihzai sözleriniz de herhalde ciddi bir tarih programına
yakışmamıştır. Bunu, Demirel Cumhurbaşkanı iken TRT-1 de başörtülü öğrencilerle
ilgili olarak sarf ettiği, talihsiz, “Suudi Arabistan’a gitsinler” sözüne
rağmen (ki, o sözünü canlı yayında duyduğumda gayr-ı ihtiyarı ağzımdan sin gaflı
bir laf çıkmıştı) söylüyorum.
Demirel’in
icraatlarını, döneminin şartları içinde objektif olarak değerlendirmek, daha
doğrusu adil bir yargılama için hasenat & seyyiat dengesini gözetmek
gerekir. Başbakanlık döneminde; (O tarihli Milliyet manşetlerinden) "Zap Suyunda köprü yokken İstanbul’a köprü
yapamazsın", "Keban’a zenginlerin fabrikaları için baraj yapamazsın" gibi, şiddetle karşı çıkışlara rağmen bu ülkeye
çok şeyler kazandırmıştır.
Bir anlamda rahmetli Özal’ı da devlete kazandıran o dur. Çünkü, 1979 ara seçimlerinde Özal İzmir’den MSP adayı olmasına rağmen, seçimden sonra Hükümeti kurduğunda onu hem Başbakanlık Müşteşarı ve hem de DPT Müşteşar Vekili yapmıştı.
Yanlışları yok mudur, elbette yığınla vardır. "Efendim, Müslümanları kandırdı oylarını aldı" denilir ise, cevabı: "Müslümanların aklı nerede idi, neden kandılar?" olur..
Bir anlamda rahmetli Özal’ı da devlete kazandıran o dur. Çünkü, 1979 ara seçimlerinde Özal İzmir’den MSP adayı olmasına rağmen, seçimden sonra Hükümeti kurduğunda onu hem Başbakanlık Müşteşarı ve hem de DPT Müşteşar Vekili yapmıştı.
Yanlışları yok mudur, elbette yığınla vardır. "Efendim, Müslümanları kandırdı oylarını aldı" denilir ise, cevabı: "Müslümanların aklı nerede idi, neden kandılar?" olur..
Bu arada, Demirel’in diyanetle ilgili yönünü birazcık tanımak için ise; eski D.İ.Başkanı Tayyar Altıkulaç’ın “Zorlukları Aşarken” adlı
hatıralarına göz atmak yeterlidir.
- Bir
başka nokta; yine aynı programda, M. Kemal’in yetkilerinin genişliği
anlatılmaya çalışılırken, Osmanlıda bu denli yetkiye sahip beş kişi var mıdır,
şeklinde tereddüt ifade eden bir söz sarf edildi.. Bu ifadeyi de doğrusu
yadırgamadım değil. Amir Temur, Hülagu, Cengiz gibi Türk Hakanlarının sınırsız
yetkileri eleştirilebilir. Ve lȃkin Osmanlı Padişahlarının hiçbirinin, M.
Kemal’in sahip olduğu şekilde, sınırsız bir yetkiye sahip olduğu söylenemez.
Programda Yavuz adı zikredildi fakat o da herhalde önemli işlerde Şeyh-ül
İslȃm'dan fetva almayı ihmal etmemiştir. Kaldı ki, onun sert mizaçlı otoritesi
dikta değildi.. Hak hukuk şeriat tanımaz ise, hiç değildi.. Evet, devr-i
saltanatlarında kafa kestiren Padişahlar kuşkusuz olmuştu ama onlar bunu
saltanat yetkisi ile yapmışlardır, Cumhuriyet idaresi adı altında düzmece
İstiklȃl Mahkemeleri ile yaptırmamışlardır. Bu bağlamda, tarihte çok Neronlar,
Nemrutlar, Fravunlar gelip geçtiler, kendilerine başkaldıranları asıp-kestiler,
aslanlara yem ettiler. Ancak, hiçbiri gariban bir köylüye şapka giymedi, yada ana
dilini konuştu diye zulüm etmediler..
Değerli .. Bey,
Tereciye tere satılmaz. Elbette bu hususları sizler
daha iyi bilirsiniz. Ancak bu meseleyi bu kadar ciddiye almamın sebebi,
Kemalist ideolojinin, en azından okuryazar zümrede, halen bu kadar taraftar
bulmasının önemli bir sebebi; kanaatimce, muarızlarının karşı çıkışlarında olur
olmaz, doğru yanlış iddialarının Kemalistleri bırakın caydırmayı, tersine,
bağlılıklarını daha da artırmaktadır.
Konumuz olan meselede kaynak olarak gösterilen kitabı
okumuş olan bir Kemalist, programda iddia edilen hususu gördüğünde takdir
edersiniz ki başka söylenen doğruların da hiçbirini dikkate almayacaktır.
Samimi düşüncelerimi sunmak istedim. Takdir sizlerin
Selam ve saygıyla
Rafet Kalyoncu
Ankara
MEKTUBA GELEN CEVAP:
“Aziz dost,
Badesselam
Son derece dikkatli, duyarlı ve bilgi dolu iletinizi
aldım. Okudum. Gerekli 'ders'leri kendi payıma aldım. S. hocanın da dikkate
alacağınızdan emin olmanızı dilerim.
Bilvesile en derin kalbî selam, hürmet ve
muhabbetlerimi sunarım."
...