23 Ekim 2014 Perşembe

Kocatepe mevlidi üzerine düşünceler

19 Ekim 2014 tarihinde Yeni Asya Camiasınca, Ankara Kocatepe Camisinde, Bediüzzman’a ithafen düzenlenen mevlide; yapılan çağrılar ve ilȃnlar sonucu, değişik illerden oldukça kalabalık bir katılım sağlanmasına rağmen, medyada görmezlikten gelinmesi ve yer verilmemesinin bu camiada hayal kırıklığına yol açtığını, adı geçen gazete yazarlarının;  “30 binden fazla insan Kocatepe'de buluşuyor. Basın görmüyor.” “..ilan verdiğimiz gazeteler bile yer vermedi” tarzındaki sitemli tweetlerinden öğreniyoruz.

Oysa 1999 yılında Marmara Bölgesinde meydana gelen ve binlerce insanın ölümüne sebep olan depremden kısa bir süre sonra, henüz acılar taze iken; aynı yerde düzenlenen mevlitte sarf edilen, “deprem ilȃhi ikazdır” şeklindeki beyan, gündeme oturmuş ve uzun süre kamuoyunu meşgul etmişti.
Bu defa söz konusu mevlidin basında yer almaması, her türlü İslȃmî faaliyete peşinen karşı olan  ideolojik sol basın hariç tutulursa, yüzeysel bir analizle iki sebebe bağlanabilir. Birincisi, genelde merkez medya denilen ve sansasyonel haberleriyle ünlü, ticarî yayın organları için haber değeri olmaması; diğeri, özellikle Hükümet yanlısı sağ tandanslı basın için ise, Yeni Asya Gazetesinin son zamanlarda yaşanan İktidar- Cemaat kavgasında, Cemaat yanlısı- Hükümet karşıtı bir tavır sergilemesinin sebep olduğu düşünülebilir.  

99 yılındaki mevlitte yapılan konuşmada, “deprem ilȃhi ikazdır” tarzındaki söz, o zaman ülkeye hakim durumdaki 28 Şubatçıların despotları bir yana, sade halkta dahi büyük bir infiale sebep olmuştu.
Çünkü “ilȃhi ikaz”, yani “Allahın uyarısı” anlamındaki masumca bir ifade, “Allah’ın cezalandırmasıdır” şeklinde algılanmıştı. Algı böyle olunca, haliyle, beklenmeyen bir tepkiyle karşılaşılmıştı. Hani bir söz vardır; sizin ne söylediğiniz değil, muhatabınızın ne anladığıdır önemli olan..
Hattȃ, o tarihlerde Diyanet İşleri Başkanlığınca (kamuoyundaki bu tartışmanın sonucu olduğunu düşündüğüm); içinde “Deprem ilȃhi bir ikaz ve ceza mıdır?” şeklinde bir sorunun da yer aldığı “Deprem” adlı bir broşür bile yayımlanmıştı.

Risalelerde pek çok yerde bu mevzu geçmekte; sadakanın belaları defettiği gibi iman hizmetlerinin de aynı fonksiyonu gördüğü ve bu hizmetin engellenmesi halinde, adeta musibetlere davetiye çıkarılacağı ifade edilmektedir.
Afyon Mahkemesinde düzenlenen iddianamede de bu meselenin yanlış anlaşıldığı; 14. Şuada geçen; “İddianamede yanlış bir mânâ verip, Nurun kerametlerinden tokat tarzındaki bir kısmını, medar-ı itham saymış. Güya Nurlara hücum zamanında gelen zelzele gibi belalar Nurun tokatlarıdır. Hâşa sümme hâşâ! Biz öyle dememişiz ve yazmamışız. Belki mükerrer yerlerde hüccetleriyle demişiz ki: Nurlar makbul sadaka gibi belâların def'ine vesiledir. Ne vakit Nurlara hücum edilse, Nurlar gizlenir; musibetler fırsat bulup başımıza geliyorlar.” şeklinde, bizzat Bediüzzaman tarafından açıklanmaktadır.

Kȃinatta tesadüfe yer olmadığı ve hadisatın sünnetullah kanunları dairesinde cereyan ettiği gerçeği göz önünde bulundurularak; meydana gelen her türlü afeti illa da hoşlanmadığımız siyasîlerin vebali olarak takdim etmek de doğru değildir. Hz. Ömer zamanında dahi deprem meydana geldiğini, buna karşılık, Halifenin kendisini istisna etmeyerek; “ben tövbe ediyorum, siz de tövbe ediniz” diye, insanları uyardığını kaynaklardan öğreniyoruz.

Netice itibariyle sırf Allah rızası için ve uhrevî bir hizmet amacıyla tertip edilen bu tür mevlit ve sair faaliyetlerin, her ne suretle olursa olsun dünyevî veya siyasî bir maksat veya hadiseyle gündeme gelmemesi için sorumlularca gereken hassasiyet gösterilmeli, gelip geçici şaşaalı gösterilerden ziyade, ihlaslı ve mütevazi faaliyetlerin daha tesirli ve kalıcı olduğu unutulmamalıdır. 
Bununla birlikte, bu kapsamda bir mevlit yerine, daha mütevazi bir mevlit düzenlenmesi halinde; ilȃn ve ulaşım gibi yüklü masraflardan yapılacak tasarrufun, Gazetenin tirajının artırılması yönünde harcanması acaba daha yararlı olmaz mı, diye de düşünmek gerekir.

Diğer taraftan en önemli husus; Bediüzzaman adına değişik camiaların tertip etmekte olduğu mevlit ve benzeri faaliyetlere, düzenleyen camianın güç gösterisi havası verilmesinden kaçınılmalı, ihlȃs- uhuvvet ve ittihat gibi prensipler ön plana çıkarılmalıdır.  

Hiç yorum yok: