19 Ekim 2014 tarihinde Yeni Asya Camiasınca, Ankara Kocatepe Camisinde,
Bediüzzman’a ithafen düzenlenen mevlide; yapılan çağrılar ve ilȃnlar sonucu,
değişik illerden oldukça kalabalık bir katılım sağlanmasına rağmen, medyada
görmezlikten gelinmesi ve yer verilmemesinin bu camiada hayal kırıklığına yol
açtığını, adı geçen gazete yazarlarının; “30 binden fazla insan
Kocatepe'de buluşuyor. Basın görmüyor.” “..ilan verdiğimiz gazeteler bile yer
vermedi” tarzındaki sitemli tweetlerinden öğreniyoruz.
Oysa 1999 yılında Marmara Bölgesinde meydana gelen ve binlerce insanın
ölümüne sebep olan depremden kısa bir süre sonra, henüz acılar taze iken; aynı yerde düzenlenen mevlitte sarf edilen,
“deprem ilȃhi ikazdır” şeklindeki beyan, gündeme oturmuş ve uzun süre kamuoyunu
meşgul etmişti.
Bu defa söz konusu mevlidin basında yer almaması, her türlü İslȃmî faaliyete
peşinen karşı olan ideolojik sol basın hariç tutulursa, yüzeysel bir
analizle iki sebebe bağlanabilir. Birincisi, genelde merkez medya denilen ve
sansasyonel haberleriyle ünlü, ticarî yayın organları için haber değeri
olmaması; diğeri, özellikle Hükümet yanlısı sağ tandanslı basın için ise, Yeni
Asya Gazetesinin son zamanlarda yaşanan İktidar- Cemaat kavgasında, Cemaat
yanlısı- Hükümet karşıtı bir tavır sergilemesinin sebep olduğu düşünülebilir.
99 yılındaki mevlitte yapılan konuşmada, “deprem ilȃhi ikazdır”
tarzındaki söz, o zaman ülkeye hakim durumdaki 28 Şubatçıların despotları bir
yana, sade halkta dahi büyük bir infiale sebep olmuştu.
Çünkü “ilȃhi ikaz”, yani “Allahın uyarısı” anlamındaki masumca bir ifade,
“Allah’ın cezalandırmasıdır” şeklinde algılanmıştı. Algı böyle olunca, haliyle,
beklenmeyen bir tepkiyle karşılaşılmıştı. Hani bir söz vardır; sizin ne
söylediğiniz değil, muhatabınızın ne anladığıdır önemli olan..
Hattȃ, o tarihlerde Diyanet İşleri Başkanlığınca (kamuoyundaki bu
tartışmanın sonucu olduğunu düşündüğüm); içinde “Deprem ilȃhi bir ikaz ve ceza
mıdır?” şeklinde bir sorunun da yer aldığı “Deprem” adlı bir broşür bile
yayımlanmıştı.
Risalelerde pek çok yerde bu mevzu geçmekte; sadakanın belaları defettiği
gibi iman hizmetlerinin de aynı fonksiyonu gördüğü ve bu hizmetin engellenmesi
halinde, adeta musibetlere davetiye çıkarılacağı ifade edilmektedir.
Afyon Mahkemesinde düzenlenen iddianamede de bu meselenin yanlış
anlaşıldığı; 14. Şuada geçen; “İddianamede yanlış bir mânâ verip, Nurun
kerametlerinden tokat tarzındaki bir kısmını, medar-ı itham saymış. Güya
Nurlara hücum zamanında gelen zelzele gibi belalar Nurun tokatlarıdır. Hâşa
sümme hâşâ! Biz öyle dememişiz ve yazmamışız. Belki mükerrer yerlerde
hüccetleriyle demişiz ki: Nurlar makbul sadaka gibi belâların def'ine
vesiledir. Ne vakit Nurlara hücum edilse, Nurlar gizlenir; musibetler fırsat
bulup başımıza geliyorlar.” şeklinde, bizzat Bediüzzaman tarafından
açıklanmaktadır.
Kȃinatta tesadüfe yer olmadığı ve hadisatın sünnetullah kanunları
dairesinde cereyan ettiği gerçeği göz önünde bulundurularak; meydana gelen her
türlü afeti illa da hoşlanmadığımız siyasîlerin vebali olarak takdim etmek de
doğru değildir. Hz. Ömer zamanında dahi deprem meydana geldiğini, buna
karşılık, Halifenin kendisini istisna etmeyerek; “ben tövbe ediyorum, siz de
tövbe ediniz” diye, insanları uyardığını kaynaklardan öğreniyoruz.
Netice itibariyle sırf Allah rızası için ve uhrevî bir hizmet amacıyla
tertip edilen bu tür mevlit ve sair faaliyetlerin, her ne suretle olursa olsun
dünyevî veya siyasî bir maksat veya hadiseyle gündeme gelmemesi için
sorumlularca gereken hassasiyet gösterilmeli, gelip geçici şaşaalı gösterilerden ziyade, ihlaslı
ve mütevazi faaliyetlerin daha tesirli ve kalıcı olduğu unutulmamalıdır.
Bununla birlikte, bu kapsamda bir mevlit yerine, daha mütevazi bir mevlit düzenlenmesi halinde; ilȃn ve ulaşım gibi yüklü masraflardan yapılacak tasarrufun, Gazetenin tirajının artırılması yönünde harcanması acaba daha yararlı olmaz mı, diye de düşünmek gerekir.
Bununla birlikte, bu kapsamda bir mevlit yerine, daha mütevazi bir mevlit düzenlenmesi halinde; ilȃn ve ulaşım gibi yüklü masraflardan yapılacak tasarrufun, Gazetenin tirajının artırılması yönünde harcanması acaba daha yararlı olmaz mı, diye de düşünmek gerekir.
Diğer taraftan en önemli husus; Bediüzzaman adına değişik camiaların tertip
etmekte olduğu mevlit ve benzeri faaliyetlere, düzenleyen camianın güç
gösterisi havası verilmesinden kaçınılmalı, ihlȃs- uhuvvet ve ittihat gibi
prensipler ön plana çıkarılmalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder