7 Ekim 2015 Çarşamba

SAİD NURSÎ VE SULTAN ABDULHAMİD HAN

"II. Abdülhamid Han" (1842-1918; Padişahlık dönemi: 1876-1909) ile "Bediüzzaman Said Nursî" (1878-1960) arasındaki fikrî benzerlik ve farklılıklar
<Aşağıda, "Abdülhamid Han= A.H." ; "Bediüzzaman Said Nursî= B.S.N." şeklinde geçecektir>

KAYNAKLAR                                                                                                             :
A) A.H. ilgili kaynaklar:
1) Sultan II.Abdulhamid'in Sürgün Günleri, Hususi doktoru Hüseyin Atıf Bey'in hatıraları 
(1909- 1918)- Timaş Yayınları.
2) ABDÜLHAMİT GERÇEĞİ- Orhan Koloğlu, Pozitif Yayınları.
3) ABDÜLHAMİT VE MASONLAR- Orhan Koloğlu, Pozitif Yayınları.
4) BABAM SULTAN ABDÜLHAMİD- Ayşe Osmanoğlu, Selis Kitaplar.
5) Hayatım, Kȃzım Karabekir, YKY.
6) İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı- Prof. İlber Oltaylı, Alkım Yayınları.  
7) Jön Türklerin Siyasȋ  Fikirleri 1895-1908 -Prof. Şerif Mardin, İletişim Yayınları.
8) SARAYDA İKTİDAR MÜCADELESİ- Doç. Arzu Terzi, Timaş yayınları.
9) Sultan İkinci Abdülhamid Han DEVLET VE MEMLEKET GÖRÜŞLERİM1.Kitap, 
Prof. Atilla  Çetin,  Çamlıca Basım Yayın. 
10) Sultan İkinci Abdülhamid Han DEVLET VE MEMLEKET GÖRÜŞLERİM, 2.Kitap,
 Prof. Atilla Çetin, Çamlıca Basım Yayın. 

    B) B.S.N ile ilgili kaynaklar:
      1) Tarihçe-i Hayat - B.S.N.
    2) Emirdağ Lahikası - B.S.N.
    3) Münazarat- B.S.N.
    4) Hutbe-i Şamiye - B.S.N.
    5) Divan-ı Harbi Örfi - B.S.N.
    6) Mektubat- B.S.N.
    7) Mufassal Tarihçe-i Hayat 1.cilt, A.Badıllı
*** 
Kaynaklarla ilgili not:
Bediüzzamanın düşüncelerini yansıtan temel kaynak, hayatında kaleme almış olduğu ve Risale-i Nur Külliyatı adı altında toplanan eserleridir. Onun fikirlerini öğrenmek isteyenler bu eserlere başvurmalıdır.
  Abdülhamit'le ilgili, piyasada sayısız yayın bulunmaktadır. Bunlardan bir kısmı Osmanlı düşmanlığından kaynaklanan ve körü körüne karalama şeklinde olan yayınlar; diğer bir kısmı ise, tam tersi bir anlayışla, ona toz kondurmayan, onun adeta bir peygamber gibi masum ve eleştirilecek bir icraati olmadığı tarzında kaleme alınan yayınlardır. Bu iki grup yayının ilmî bir değeri yoktur..
Burada kaynak olarak alınan kitaplığımdaki yayınlar; kanaatimce, Sultanın fikirlerini ve onun dönemini oldukça objektif bir şekilde yansıtan eserlerdir. Şüphesiz, bunların dışında da, kütüphanelerde daha başka değerli eserler mevcuttur.
***
Biri otuzüç yıllık icraatıyla, biri de telif ettiği yüzü aşkın eseriyle, yakın tarihimize silinmez mühürler basan, iki önemli şahsiyet..
Evet, şanlı Osmanlının son büyük Padişahı ile devrinin alimlerince "Bediüzzaman/Zamanın harikası" lȃkabına lȃyık görülmüş bir İslȃm ȃlimi..
A.H. sevdalıları, Bediüzzaman'ı Abdülhamid'e karşı gelmekle ve İttihatçılara destek vermekle eleştirirler..
Buna karşılık savunmaya geçen B.S.N. taraftarları ise,  onun A.H. hakkında aktarılan birtakım müspet ifadeleri delil göstererek, aslında aralarında bir çatışma ve ayrışma olmadığını anlatmaya çalışırlar.. 

Kanaatimce; B.S.N.'yi bu konuda eleştirenler, onun fikirlerini ve Halifeye ne için karşı çıktığını bilmedikleri gibi,  bu eleştiriler karşısında savunmaya geçenler de muhataplarını ikna etmekte başarılı olamamaktadırlar..
Bu konuda tarafların ortak özelliğinin; savundukları şahsiyetleri adeta hatasız, kusursuz ve her türlü eleştiriden münezzeh bir makamda görmeleri olduğu söylenebilir..
Vaziyet bu olunca, taraflar arasında bu tür eleştiri ve savunmaların devam edip gitmesi kaçınılmazdır..
Acaba, gerçekte durum nedir. Bu zatların dünyaya bakış açıları nasıldı, benzer ve farklı düşünceleri nelerdi? 
Bunu anlamak için, bu iki mümtaz şahsiyetin temel meselelerdeki  fikriyatına bakmak lȃzımdır.
Bu sebeple beş mesele ele alınacaktır:
  1- Siyasî sistem konusunda düşünceleri,
  2- İslȃm Birliği (İttihad-ı İslȃm) konusunda düşünceleri,
  3- Fikir hürriyeti konusunda düşünceleri,
  4- Jön Türkler ve İttihatçılar hakkında kanaatleri,
  5- Şer'i hükümlere ve sosyal hayata bakış açıları.
  
1- Siyasî sistem konusundaki düşünceleri:
B.S.N., tek kelimeyle "cumhuriyetçidir". Evet kendi ifadesi ile o "dindar bir cumhuriyetçidir." Onun cumhuriyetçi fikre sahip olması, taa ilk gençlik yıllarına, A.H.'ın saltanat dönemine kadar uzamaktadır. 
Hattȃ eserlerinde övgü ile bahsettiği Namık Kemal gibi çoğu Jön Türkler dahi meşrutiyetle yetinerek, Osmanlı Hanedanının devamından yana idiler; yani cumhuriyetçi değillerdi, onlar sadece Anayasanın ilȃnını ve Padişahın değişmesini istiyorlardı. (İstisnai olarak; Mithat Paşa gibi az sayıda Jöntürk, hanedan karşıtı ve cumhuriyetçi idiler) 
Peki, cumhuriyetçi olmak ne demektir
Kısaca; Devlet Başkanının seçimle iş başına gelmesi; yani babadan oğula hanedanlığın sona ermesi demektir.
Bu durumda, hangi gerekçe ile olursa olsun, meşrutiyeti (Hanedanlığın devam etmesi ile birlikte, halkın seçeceği bir meclisin bulunduğu yönetim biçimi.) dahi kabullenmeyen bir Padişahın, siyasî meselelerde, Cumhuriyet taraftarı bir kişi ile hemfikir olması düşünülemez.  Bu durum ak ile kara kadar birbirine zıttır. (Not: A.H., II. Meşrutiyeti zoraki ilȃn etmiştir.)
Bu arada belirtilmesi gereken bir husus; esas itibariyle Cumhuriyetçi olan B.S.N.'nin, II. Meşrutiyet döneminde samimi bir şekilde, meşruti idareyi desteklediği, Münazarat adlı eserinde açıkça görülmektedir. Fakat asıl hedefi cumhuriyettir.
Önemli not: Bu noktada her hangi biri kalkar, Hayır efendim! Bediüzzaman, Hanedanlığın devamından yana idi diye bir itirazda bulunur ise, hiç kusura bakmasın o kişi ya Cumhuriyet kavramının ne mȃnȃya geldiğini bilmiyor, yada Üstadın çelişki içinde olduğunu zımnen kabul ediyor demektir.
Evet, hem cumhuriyetçi ve hem de hanedanlığın devamına taraftar olmanın siyaset biliminde yeri olmadığı gibi böyle bir tez mantık dışı olur..
***
Ara Değerlendirme
B.S.N.'nin cumhuriyetçi olmasının temel dayanağı; dört halifenin seçim şeklidir. Yani dört halife devrindeki uygulamadır. Bu uygulamayı, babadan oğula geçen hanedanlığa dönüştüren Emeviler; İslâm'a, tesirleri ancak asırlar sonra görülecek, en büyük darbeyi vurmuştur.
1789 Fransız İhtilȃlini doğru okuyamayan dönemin Osmanlı Padişahları çağa ayak uyduramamış, zaman içerisinde, saltanatın ayaklarının altından kayıp gitmesine seyirci kalmışlardır. 
Aynı hatayı Rus Çar'larının da yaptığını görüyoruz.
Bu okumayı doğru yapabilen, İngiltere'den Japonya'ya pek çok ülkede bugün, bizim meşrutiyet dediğimiz parlementer/anayasal monarşi idaresi sürüp gitmekte yani hanedanlık/krallıklar devam etmekte; üstelik bu ülkeler, en gelişmiş demokrasileri teşkil etmektedirler..
***
(Not: Napolyon'un, savaşı kaybediş nedenini sorduğu komutanının; "1- Barut yoktu!..." cevabı üzerine, diğer sebepleri saymasına gerek görmemesi gibi, aslında bu birinci madde kahramanlarımızın siyasî düşünce farklılıklarına dair  yeterli fikir vermiş olmalı ama biz yine de diğer hususları açıklamaya devam edelim.)
xxxxx
2- İttihad-ı İslȃm (İslȃm Birliği) konusundaki düşünceleri:
B.S.N.'nin en önemli gayelerinden birinin, İttihad-ı İslȃm yani İslȃm Birliği olduğu eserlerinden anlaşılmaktadır. Öyle ki, otuzlu yaşlarının başında, 31 Mart hadisesi sebebi ile çıkarıldığı askerî mahkemede ve bilahare Şam'da Emevi Camiinde vermiş olduğu ve Hutbe-i Şamiye adıyla kitaplaşan meşhur hutbede bu hususu açıkça ifade etmektedir.
Divan-ı Harbi Örfi adlı eserinde, İttihad-ı İslâmla ilgili olarak, anılan mahkemede; "Bu meselede seleflerim (yani benden önce bu fikri savunanlar ve bu yolda gidenler) Şeyh Cemaleddîn-i Efganî, allâmelerden Mısır müftüsü merhum Muhammed Abduh, müfrit âlimlerden Ali Suâvi, Hoca Tahsin ve ittihad-ı İslâmı hedef tutan Namık Kemal ve Sultan Selim’dir..." şeklinde beyanda bulunduğunu ifade etmektedir. 

    ***
(Önemli Not: Konumuzla ilgili olmamakla birlikte; Bediüzzaman'ı anlamayan bazı fikir yoksunları, onun yukarıda ifade etmiş olduğu "selefim" kelimesini; "üstadım" şeklinde değiştirip, çarpıtarak, güya sıralanan o şahıslar içinde mason olanları üstad edindiği gibi çirkef bir iftirada bulunmaktadırlar.
Diğer taraftan, bazı dikkatsiz Risale-i nur talebeleri de onun "Bu meselede seleflerim..." ibaresindeki "Bu meselede" şeklindeki sınırlayıcı ifadeyi gözardı ederek; sanki o şahısların tüm fikirlerini benimsiyormuş gibi, mezkür şahıslara başka konularda yapılan eleştirileri B.S.N.'ye yapılmış gibi kabul ederek, anlamsız bir hassasiyet göstermektedirler..)
  ***
Halife A.H.İslȃm Birliği yani o devirdeki adı ile Panislȃmizm fikrinin Hıristiyan Âleminde oluşturacağı tepkiyi ve Hıristiyanları Osmanlı'ya karşı birleştirme tehlikesini dikkate alarak, böyle bir görüntü vermekten kaçınmıştır.
Buna rağmen, batılı emperyalistler, onun şuurlu ve dindar bir İslȃm Halifesi olarak,  Dünyanın her tarafındaki Müslümanlara kucak açıp, yardım etmesini ve hattȃ Osmanlı'ya bağlı İslȃm diyarlarında demiryolu gibi çeşitli yatırımları dahi bahane ederek, onu Panislȃmizmi desteklemekle itham etmekten geri kalmamışlardır. 
Diğer taraftan, yukarıda adı geçen Namık Kemal gibi İttihad-ı İslȃmcı Osmanlı aydınları umumiyetle, Padişahın tasfiyesi gayreti içinde olduklarından; A.H., onları etkisiz hale getirmiştir. 
Ayrıca, Afganî gibi bazıları, İttihad-ı İslȃm fikrinde olmakla birlikte, İngilizlerin etkisinde kalarak; Arap Hilafeti fikrini benimsemişlerdi.. Yani onlara göre, hilafet Araplarda olmalı idi..
Osmanlı için son derece risk taşıyan bu fikirler karşısında A.H. haklı olarak, gerekli tedbiri almış ve Cemaleddin Afganîyi İstanbul'da gözetim altında tutmuştur.
***
Ara Değerlendirme
İttihad-ı İslȃm ideali, günümüzde dahi, hemen bütün Müslümanlarca arzu edilen ve fakat uğruna emek sarfedilmeden; sanki uzaylıların gelip gerçekleştireceği tatlı bir hülya gibidir..

İslȃm tarihine baktığımızda, ilk üç halifeden sonra tarihin hiçbir döneminde böyle bir ittihat gerçekleşmemiştir..
B.S.N.'nin öngördüğü İslam Birliği, kendi ifadesi ile ABD benzeri bir birliktir...
Esasen, B.S.N. 1911 yılında henüz Osmanlı yıkılmadan, Arap ülkelerinin müstakil devletler halinde teşekkül edeceğini öngörmüş ve onların o tarihten 40-50 yıl sonra ABD örneğindeki gibi birlik oluşturmasını umut ve temenni etmiştir.
Gerçekten de, geçen zaman içinde yirmiye yakın bağımsız Arap devleti teşekkül etmiştir. Fakat aralarında arzu edilen birlik bugüne kadar sağlanamadığı gibi, her geçen gün problemler maalesef daha da artmaktadır.
Kısacası, İttihad-ı İslȃm ideali kulağa hoş gelse de pratikte (en azından yakın gelecekte) gerçekleşme ihtimali bulunmamaktadır.
Bu bakımdan, A.H.'nın bu konudaki tutumu gerçekçi idi. Yani tahahhuku güç siyasi birlik yerine, Müslümanlar arasında olabildiğince yardımlaşma ve dayanışmaya gayret sarfedilmesi..
(Not: Bu konuyu kısmet olur ise müstakil bir dosya olarak ele almak üzere bu kadarla iktifa edelim.) 
    
xxxxx
3- Fikir hürriyeti konusunda düşünceleri:
A.H.'in en çok eleştirildiği husus; hürriyetleri kısması ve baskı rejimi uygulamasıdır. 
Kısaca "istibdat rejimi" diye adlandırılan ve kökü Ermeni muhaliflere dayanan "Kızıl Sultan" ithamına maruz kalmasına sebep olan bu durum hep tartışılmıştır.
Padişah kişisel olarak şefkatli bir mizaca sahiptir ve hiçbir zaman Kızıl Sultan lȃkabını hak etmemiştir. Fakat onun şefkat sahibi olması, uyguladığı rejimin istibdat yani baskı rejimi olduğu gerçeğini değiştirmez.

Hele de 'vur deyince öldüren, kraldan çok kralcı'ların bolca bulunduğu bir toplumda; hafiye teşkilatı vasıtasıyla haklı haksız ihbarların birbirini kovaladığı, matbuata (basına) ağır bir sansürün uygulandığı ve muhaliflerin uzak diyarlara sürgün edildiği bir ortamda, herhalde fikir hürriyetinden söz edilemez.. 
Ve de öyle bir yönetimin adı, devletin başında kim olursa olsun "istibdat"dır.. Bunu uygulayana da "müstebit" denilir.. 
Sebebi ve gerekçesi ne olursa olsun; Sultanın, hürriyetleri kısması, basına ağır sansür uygulaması* ve muhaliflere göz açtırmamasının savunulacak tarafı yoktur..

(*Not: Burada istibdat yönetimi, baskıcı yönetim anlamında kullanılmıştır. Yani hürriyetlerin kısıtlandığı bir sistem..
Lügatte "istibdat" çok daha ağır bir mana taşımaktadır. Şemseddin Sami'nin Kamus-i Türkî adlı meşhur lügatinde "istibdad": "Kendi başına ve hiçbir nizam ve kanuna tabi olmaksızın hükmetme" şeklinde açıklanmaktadır.
Bu manada A.H.'e Müstebit denilemez. Çünkü Sultanın hayatı incelenirse, icraatlarının bu tanıma girmediği görülür. I. Meşrutiyette Meclisin feshini dahi, Anayasanın (Teşkilat-ı Esasiye Kanunu) kendisine verdiği yetkiye dayanarak yapmıştır. 
Bu bağlamda onun idare tarzını, belki Mutlakiyet olarak tanımlamak daha doğru olur. Çünkü, "Mutlakiyet"; "Hükümdarın bütün siyasal kudreti (tüm siyasal erki) elinde bulundurduğu yönetim biçimidir.
Bu mesele üzerinde çalışırken, 16 Ekim günlü Yeni Asya Gazetesinde bir Yazar dostumuz, "İstibdada oy değil, sille..." başlıklı makalesinde, sanırım mevcut Cumhurbaşkanını kastederek, İstibdat kelimesini; "İstibdat diktatörlüktür. Diktatörlük ise haydutluktur. Dayatmacılıktır. Tehdit etmek, korku salmaktır. Gözdağı vermektir. İnsanlıktan çıkmaktır. İnsanî değerleri mahvetmektir." şeklinde tanımladığını gördüm.
Elbette böyle bir tanımlama Sultan A.H. için kabul edilemez.

B.S.N. ise "ben ekmeksiz yaşarım fakat hürriyetsiz yaşayaman" diyecek kadar hürriyetçi bir kişiliğe sahiptir..
İstibdat rejimini eleştiren Osmanlı aydınları ve fikir adamları içinde B.S.N.,  en insaflı olanıdır. Öyle ki, bu rejimi bilahare, "hafif istibdat" diye isimlendirmiştir.
Belki bu hafif tanımlamasını, daha sonra başa geçen İttihatçıların A.H. dönemini aratan komitacılık yönetimi veya Cumhuriyet devrindeki tek parti idaresi ile mukayese ederek yapmıştır. 
A.H. döneminde hürriyetlerin kısıtlandığı baskıcı bir yönetim uygulandığını o devri yaşayanların hatıralarından öğreniyoruz..
Tereddütü olanların, Kazım Karabekir Paşanın hatıralarını anlattığı "Hayatım" adlı eserine yada Orhan Koloğlu'nun "Abdülhamit Gerçeği" adlı kapsamlı araştırmasına bakması..

* : A.H. döneminde basının ne derece kontrol altında tutulduğunu görmek için Osmanlı arşivinden küçük bir örnek:
B.O.A. Y.A.Res. 93/34
[Trabzon’da matbaacılık yapan İsmail hakkı Efendi, siyasetten başka her konuyla alakalı ve bilhassa içeriği okul çağındaki çocuklara elverişli “Tahsil” isminde Türkçe, haftalık bir dergi çıkarmak için müracaatta bulunmuştur. Derginin çıkmasında Dahiliye Nezareti’nce bir mahzur görülmemiş olup bu konuda son kararı vermek üzere durumun Sadaret vasıtasıyla padişaha arz edildiği.]17 Haziran 1898
***
Ara Değerlendirme:
B.S.N. ile A.H. fikir hürriyeti konusunda zıt bir anlayışa sahiptirler. 
Şüphesiz, tarihî hadiseleri cereyan etmiş oldukları şartlar içinde değerlendirmek gerekir. Bu doğrudur. Ancak, Halifenin şahsını hedef almaksızın, uygulanan baskı rejimine  karşı tavır alan B.S.N.'nin bu sebeple eleştirilmesi haksız ve yersizdir.. 
İçlerinde M.Akif Ersoy'un da yer aldığı pek çok Osmanlı aydını, doğrudan Halifenin şahsını hedef alarak, sadece fikir eleştirisi değil, acımasızca ve seviyesizce hakaretlerde bulunmuşlardır. B.S.N.'yi onlarla karıştırmamak gerekir.
 xxxxx
4- Jön Türkler ve İttihatçılar hakkında kanaatleri:
B.S.N.'nin Jöntürkler ve İttihatçılar hakkındaki kanaati, (içlerindeki masonlar hariç olmak üzere) müsbet ve takdirkȃrdır. Jön Türklerin "yüzde doksanının mu'tekid (dindar) müslimler" olduğunu ifade etmektedir. Onları hürriyet kahramanı ve vatanperver olarak görür. 

Bediüzzaman, bu zümreden Enver Paşa ve M. Akif gibi bir kısım kişilerle bizzat karşılaşmasına rağmen, Namık Kemȃl gibi hiç karşılaşmadığı bazılarını da hürriyetçi fikirleri sebebiyle takdir etmekte ve onlardan sitayişle bahsetmektedir.
 
A.H. ise bu zümreyi yakinen tanımakta ve onların hakkında olumlu bir kanaat taşımamaktadır. Meselȃbiraderi Sultan Murad'ı Namık Kemal'in içkiye alıştırdığını ve onu bu konuda ikaz ettiğini söylemektedir. 
Ayrıca, dağa çıkıp devlete başkaldırarak; A.H.'in, II. meşrutiyeti mecburen ilȃn etmesine sebep olan Resneli Niyazi hakkında B.S.N., "Ey zamanın Rüstem-i Zal’i¹" şeklinde takdirkȃr bir hitapta bulunmakta ve onu hürriyet kahramanı olarak görmektedir. 
 (¹İran'ın milli kahramanı)
***
Ara Değerlendirme:
Tek cümle ile ifade etmek gerekirse; Jön Türkler ve İttihadçılar konusunda, B.S.N. ile A.H.'in kanaatleri aksi istikamettedir. 
Bu mevzuda hangisinin daha isabetli olduğu konusunda bugünden bakarak bir yargıda bulunmak müşgüldür. Tarihi hadiseleri, vuku buldukları şartlar içinde değerlendirmek gerektiği unutulmamalıdır.
Bütün önyargılardan arınarak, objektif bir değerlendirme yapılırsa; o devrin moda cereyanı olan "hürriyetçilik ve meşrutiyetçilik" fikirlerine B.S.N.'nin de iştirak ettiği, buna karşılık A.H.'in baskıcı bir yönetim tarzı uyguladığı görülür.

Burada dikkat çeken nokta
Fransız ihtilȃlinin sonucu olan hürriyet- adalet- müsavat (eşitlik) gibi fikirlerin etkisinde kalan Niyazi Bey gibi hızlı ittihadçıların devlete başkaldırması anlaşılabilir bir husustur. 

Fakat, Bediüzzaman ve M. Akif gibi dayanağı ve referansı Şer'i hükümler olan zatların, hürriyet taraftarı olmaları ve baskı rejimine fikren karşı çıkmaları şeriata muvafık görülse de, meşru bir halifeye başkaldıran asilere açıkça destek vermelerinin izahı zordur..

İttihatçıların, hürriyet ve meşrutiyet adına devlete başkaldırıp Halife'ye önce meşrutiyeti zoraki ilȃn ettirip; bilahare 31 Mart hadiselerini bahane ederek, onu devirmeleri ile 27 Mayıs darbecilerinin; hürriyet, laiklik, Atatürkçülük gibi taleplerle Demokrat Parti yönetimine karşı yaptıkları darbe arasında prensipte bir farklılık yoktur. Felsefeleri benzerdir.

Evet, meşru bir halifeye karşı silahlanıp dağa çıkarak, devlete başkaldıran bu iki subayın hareketinin adı, bugün olduğu gibi o gün de darbecilikti.. Adı geçen şahıslar, tek kelime ile asi idiler.. Asilerin ve devlete isyan etmenin İslȃm hukukundaki karşılığı bellidir.. Her ne sebeple olursa olsun, İslȃm ülemasının bu hareketi desteklemesi tasvip edilemez..

(Not: Bu şahıslardan Niyazi Bey, meşrutiyetten sonra İttihadçıların bir adamı tarafından öldürülmüş, diğeri de bilindiği gibi Osmanlıyı mahvettikten sonra, maceraya atıldığı Orta Asya'da Ruslar tarafından vurulmuştur.. Enver Paşanın Orta Asya macerasını en doğru anlatan kaynak, Prof. Zeki Velidi Togan'ın Diyanet Vakfı Yayınlarından, "Hatıralar" adlı eseridir.

Bu mevzuda en İbretâmiz değerlendirmeyi Mustafa Kemȃl yapmaktadır. Diyor ki; "Resneli Niyazi ve Namık Kemȃl'ler olmasa idi biz bu devrimleri yapamazdık." 

Nitekim, değerli sosyolog Prof. Şerif Mardin, Cumhuriyet dönemi devrimlerinin fikrî kaynağının Jön Türklere dayandığı, tespitinde bulunmaktadır.

Aklı selim sahiplerinin o devirle ilgili bir değerlendirme yaparken bu iki noktayı dikkate almaları icap eder..

xxxxx
5- Şer'i hükümlere ve sosyal hayata bakış açıları:
B.S.N., miras, taaddüdü ezvac (çok eşlilik), tesettür (örtünme) gibi konularda şer'i hükümleri tavizsiz savunur.
Ayrıca, ceza hukukuna dair, meselȃ mürted (dinden dönen) kişiler hakkında, geleneksel anlayışa uygun olarak; "...ilm-i usulde "Mürtedin hakk-ı hayatı yoktur."  (Yani, dinden dönen kişinin yaşama hakkı yoktur.) şeklinde kanaate sahip olduğunu görüyoruz. 
A.H.'in idam cezası konusundaki kanaatinin ise çok farklı olduğu aktarılıyor. Halife şöyle diyor: 
"...İtalya'da hiç idam yok.. En iyi kanun İtalya kanunudur.. Müebbed  (ömür boyu) kürek cezası veriliyor.. Ben hemen bu prensibi kabul etmiştim. Çünkü bazen idam edilen bîgünah (günahsız) oluyor.. Bu da 30-40 sene sonra tebeyyün ediyor (ortaya çıkıyor).. İdam olunmuş ise yazık oluyor..." (Kaynak: A.1. sayfa 342

Sosyal hayata bakış açıları ile ilgili olarak;
B.S.N., her samimi mümin gibi, sosyal ve iktisadî hayatın İslȃmî esaslara göre tanziminden yanadır. Bu hususta, bankacılık konusunda "Kavga kapısını kapamak için, ribâ kapısını kapayınız" ifadesi ve tesettürle ilgili tavizsiz görüşleri yeterli fikir vermektedir.

A.H.'e gelince; Onu bu konularda değerlendirirken; Müslümanların halifesi ve dindar bir kişiliğe sahip olmasına rağmen; aynı zamanda gayr-ı müslimlerin de imparatoru yani devlet başkanı olduğunu göz önünde bulundurmak gerekir..
Bir örnek vermek gerekirse, Osmanlıda ilk bira fabrikası, (Bomonti) 1890 yılında İstanbul Feriköy'de kurulmuştur. Yani A.H. devrinde.. 
Diğer ilginç bir örnek: Zamanımızda çarşaf'ı tesettürün olmazsa olmazı gösteren bazı A.H. muhiplerinin haberi var mıdır bilemem ama bilinen o ki; Sultan A.H. güvenlik gerekçesi ile de olsa çarşaf'ı yasaklamıştı..

Gerçek bu iken, yazar M. Şevket EYGİ bir makalesinde, “Sultan'ın on iki yaşına gelen kızlarına çarşaf giydirirdi" şeklinde gerçek dışı bir beyanda bulunabilmiştir.
(Not:
İstanbul'da kadınlar için dış örtü ferace idi, çarşaf o devirde Suriye'den gelmiş ve İstanbul'da moda olup yaygınlaşmıştı.)

Riba (faiz) konusunda ise; kökleri Bizansa dayanan Galata Bankerleri ondan önce olduğu gibi, A.H.  devrinde de çok aktif şekilde icra-i meslekte bulunuyorlardı.
(İlk banka olan "Bank Dersaadet" -İstanbul Bankası-  bu bankerler tarafından kurulmuştur.)
Kısacası, teoride/kağıt üzerinde haram/yasak olan faiz, piyasada ve devlet borçlanmasında yüksek oranda yaygın idi..
Merhum A.H., şehzadeleğinde Avrupayı gezmiş, Avrupa kültürünü bilen bir kişi idi. Kızı Ayşe Osmanoğlu'nun anlattığına göre Yıldız Sarayında batı müziği enstrümanları çalınır, öğretilirdi. Hatta sarayda bir dönem genç kızlardan oluşan bir müzik korosu ve ayrıca Batı eserlerinin oynandığı tiyatro oluşturulmuş idi.. 

Basına sıkı sansür uygulayan A.H.'in çok sayıda yabancı romanı tercüme ettirerek okuduğu biliniyor. 
Sarayda bugünkü anlamda açık saçıklık ve işret olmasa dahi, sanıldığı gibi içe kapalı bir taassup hayatı da yoktu.

Kanaatimce, Osmanlı Sarayı batı kültürünün ülkeye girişinin en önemli kapısı idi.. Bu konuda; ordu, liberal aydınlar ve zenginlerin vasıta oluşu ikinci plȃnda gelir..

B.S.N.'nin, A.H.'e "Münhasif (sönmüş) Yıldızı darülfünun (üniversite) et, tâ Süreyya (Ülker yıldızı) kadar âli olsun (yücelsin) . Ve oraya seyyahlar (turistler), zebânîler (cehennem görevlileri) yerine ehl-i hakikat (ilim erbabı) melâike-i rahmeti (rahmet melekleri) yerleştir, tâ cennet gibi olsun." şeklinde Yıldız Sarayını Üniversiteye çevirme tavsiyesi, gerçekçi olmasa da anlamsız değildir..

Ara Değerlendirme
Özetlersek; Şer'i hükümlere ve sosyal hayata bakış açılarının çok farklı olduğu anlaşılan bu iki zatın, taraftarlarınca bu yönlerinin ya çok iyi bilinmediği ya da fazla dikkate alınmadığı söylenebilir. 
    Öyle ki, kızı Ayşe Osmanoğlu'nun "Babam Sultan Abdulhamid" adlı eserinde görmüş olduğumuz Sultanın aile efradı, saray kadınlarının bugün dahi açık diyebileceğimiz Avrupaî,  modern giyiniş tarzını gösteren fotoğrafları bu tezimizi doğrulamaktadır. 
Not: Kitabın ilk baskısındaki söz konusu resimlere, muhafazakȃr yayınevleri tarafından yapılan daha sonraki  baskılarında yer verilmemiştir.)

   Diğer taraftan B.S.N. taraftarlarının da şer'i hukuk ve sosyal hayata bakışı yönüyle Üstadlarını doğru anladıklarını söylemek çok zordur.
 Şöyle ki, onun şer'i hukukla ilgili tavizsiz görüşleri ortada iken; "Şeriat, yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nispetinde siyasete mütealliktir; onu da ulü’l-emirlerimiz düşünsünler." beyanını hangi makamda ve ne maksatla söylediğini gözardı ederek; sanki, gayr-i islȃmî hukuk düzenine müsamaha ile baktığı zehabına kapılmak ne derece doğrudur. 

   Tıpkı onun Avrupa Medeniyeti ile Kur'anın öngördüğü Medeniyeti mukayese babında sarfettiği "Avrupa ikidir. Birisi, İsevîlik din-i hakikîsinden aldığı feyizle hayat-ı içtimâiye-i beşeriyeye nâfi san’atları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takip eden bu birinci Avrupa... Diğeri felsefe-i tabiîyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiâtını mehâsin zannederek beşeri sefâhete ve dalâlete sevk eden bozulmuş ikinci Avrupa..." şeklindeki beyanını esas alarak, bugünkü Avrupa Birliğinin o kastedilen birinci Avrupayı temsil ettiği düşüncesiyle, kayıtsız şartsız taraftarı olmak gibi..

 
NETİCE
B.S.Nursî ve A.Han: Biri, din alimi ve fikir adamı; diğeri devlet başkanı ve halife..
Bugüne kadar haklarında çok şeyler yazıldı ve söylendi.. Bundan sonra da yazılıp söyleneceği kesin..
Her ikisi de inandıkları davalarına hizmet edip bu fani dünyadan göçtüler. Bize düşen onları rahmetle anmaktır. 
Bununla birlikte, Taraftarlarına tavsiyemiz; insan beşerdir, hatadan hȃli değildir. Her meselede isabet etmek gibi bir vasıf, sadece Yüce Yaratıcıya mahsus olup; Peygamberlere dahi bahşedilmemiştir. Esasen böyle bir şey imtihan sırrına da aykırı olur.. 

Bu bağlamda, siyasî meselerde objektif değerlendirme yapılmadan, "benim şeyhim ne demişse doğrudur, ne yapmışsa keramettir" anlayışı, Kur'ana da Sünnete de uygun değildir. Kim olursa olsun, hakkında değerlendirilme yapılırken, Kur'an ve Sünnet ölçüleri esas alınmalıdır. 

Beşeriyetin terakkisi ile ulaşılan bir takım evrensel değerler ki; ekseriyetle, Kur'an ve Sünnetin işaret etmiş oldukları hedeflerdir. Fakat ne yazık ki, Emevilerin işi saltanata dökmesi ile, bu değerler İslȃmın eseri olması gerekirken, Batının malı olmuştur. 
Meselȃ, umumi istişare mahiyetinde olan serbest seçimlerin yapılması; inanç ve fikir hürriyeti; insan onuruna yakışmayan her türlü zulüm ve istibdadın yasaklanması; her türlü adaletsizliğe, darbeye ve ihtilȃle karşı çıkılması; haksız kazançların önlenmesi ve çalışanın emeğinin karşılığının verilmesi gibi pek çok evrensel kriterler..

Bu çerçeveden değerlendirildiğinde; A.H.'in devr-i icraatında; Meclis-i Mebusanın lağvedilerek tüm yetkilerin tek elde toplanması, basına çok ağır bir sansür uygulanması, birçok haksızlığa sebep olan hafiye ve jurnal sistemi, memur ve subayların maaşlarının ödenememesi gibi hususların savunulacak tarafı yoktur..

A.H.'in memleket için pek çok hayırlı işler yapmış olması veya devleti uzun süre batmaktan koruması, onun yanlışlarını görmeye mani olmamalı.. 

Diğer taraftan, B.S.N.'nin gençlik dönemine rastlayan o devirdeki heyecanlı çıkışları içinde hürriyet ve meşveret taraftarı isabetli fikirleri yanında; meselȃ en basitinden, meşru nizama karşı isyan ederek dağa çıkan Enver ve Niyazi Bey'leri hürriyet kahramanı gibi alkışlamasının isabetli olduğu söylenemez ¹.. 

Onun, imanî meselelere dair mükemmel bir şekilde yazmış olduğu Risale-i Nur eserleri, siyasî meselerdeki bazı tavırlarını veya görüşlerini eleştirmeye engel olmamalı..

(¹: B.S.N.'nin buna benzer heyecanlı bir desteğini, İnönü Savaşları sebebiyle Lemaat adlı eserinde ortaya koyduğunu görüyoruz. -Bknz: A.Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat,1. cilt, s.495 -

Bu tür tepkileri bugün prensip olarak eleştirsek de bunların gayet insanî tepkiler olduğunu ve o günün şartları içinde meydana geldiğini gözden uzak tutmamalıyız. 
Şayet bazı Nurcular, B.S.N.'nin bu gibi meselelerdeki tavrını idrak edebilmiş olsalardı, 12 Eylül dönemindeki merhum Kırkıncı Hoca'nın tavrını da anlayışla karşılar ve gereksiz tefrikaya sebep olmazlardı.)

(Not: Müellif-i muhterem o devre dair serdetmiş olduğu fikirlerinde bazı hatalar bulunduğunu ve onlardan pişmanlık duyup, tövbe ettiğini, Kastamonu Lahikasındaki bir mektubunda açık yüreklilikle ve samimiyetle dile getirmektedir. -Rahmetullahı aleyh-

 Hatta, daha sonra Münazaratın bazı bölümlerini çıkartarak yeniden neşretmiş olduğu biliniyor. Buna rağmen; adı geçen eser ile diğer eski dönem eserlerinin; sanki Müellif o ikazları ve tashihleri yapmamış gibi, bazı yayınevlerince günümüzde orjnal haliyle bastırıldığı görülmektedir.. Va esefa..)

Günümüzden bir asır önce meydana gelmiş hadiseler, zamanın şartları göz önüne alınarak, objektif şekilde değerlendirilemediği takdirde; bu iki mümtaz şahsiyetin muhiplerinin kıyamete kadar fikir birliğine varmaları mümkün olmayıp, gereksiz tartışma ve karşılıklı suçlamalar devam edip gidecektir..
Doğruyu ancak Allah bilir..
***

Hiç yorum yok: