Türkiye’ye
olan uzaklığına gelince; havayolu ile İstanbul’dan New York’a 10,5 saat, New
York’tan eyalet merkezine yaklaşık 4 saat olmak üzere 14-15 saatlik bir mesafede.
Genellikle çöl ikliminde olmasına rağmen, bitki örtüsü, bizim
ormansız İç Anadolu bozkırlarından daha zengin durumda. Saksıda gördüğümüz
kaktüs çeşitlerinin, orada telefon direği boyunda ağaca dönüştüğü bir ekoloji
ve enteresan bir coğrafya. Sulama yapıldığı takdirde, mısırdan pamuğa her ürünün
yetişebileceği bir toprak yapısına sahip.
Bir fikir vermesi bakımından,
geçmişte çalıştığımız bir proje vesilesi ile iki ay kadar bulunduğumuz bu eyaletin
Tuscon şehrindeki Arizona Üniversitesi kampusünün etrafında, oldukça yaşlı zeytin
ağaçlarının olgunlaşmış meyvelerinin Aralık ayında yerlere döküldüğüne şahit olmuştum.
Tuscon'da zeytin ağaçları
Bu arada, şehrin içinde yerleşik Üniversitenin çok yakınında bir Cami ve o tarihlerde (1997) şehirde üç bin kişi civarında gayet şuurlu bir Müslüman toplumun bulunduğunu da ifade etmeden geçmeyelim. < http://www.ictucson.org/ >
Geçmişte, Kızılderililerin yoğun olarak yaşadığı eyalette arazi
gezilerinde “... Indian Reservation” yazılı, yerlilere ayrılmış alanları
gösteren tabelaları sıklıkla görmek mümkündür.
İşte bu yerlilerle ilgili olarak, önceki hafta gazetelerde, bir Başbakan Yardımcısının beyanatını konu edinen bir
haber dikkatimizi çekti. “Türkiye'den ABD'li yerlilere yardım” başlıklı haberde,
“Tarih boyunca topraklarından sürülen Kızılderililer yaşam
savaşı verdikleri Arizona'da Türkiye'nin yardımıyla içme suyuna kavuşacağı”
bilgisine yer veriliyordu.
Haberin devamında, özetle: “Bugüne kadar çeşitli
kuruluşlardan yardım alan Türkiye’nin, tarihinde ilk defa dünyanın en gelişmiş
ülkelerinin başında gelen ABD'de, halka yardım eli uzatır hale geldiği; bu kapsamda, Arizona’da
yaşayan yerlilere içme suyu sağlanması konusunda ABD'li yetkililerle
anlaştıkları” şeklinde bir açıklama bulunuyordu.
Başbakan Yardımcısının TİKA adlı kuruluşun yapacağı bir çalışma
vesilesiyle böyle bir beyanat verdiği anlaşılıyor. TİKA (Türk İşbirliği ve
Kalkınma İdaresi Başkanlığı); Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından 1992
yılında, Türk Cumhuriyetleri’nin yeniden yapılanma ve kalkınma ihtiyaçlarına
cevap vermek amacıyla, Dışişleri Bakanlığı'na bağlı uluslararası teknik yardım
teşkilatı olarak kurulmuştu.
Başlangıçta belli bir bölgeye yönelik çalışmalar
yapılırken; giderek çalışma alanı genişletilerek, beş kıtada yüz’ün üzerinde
ülkeye yaygınlaştırılmış ve Kuruluşun adı “Türk İşbirliği ve Koordinasyon
Ajansı Başkanlığı” olarak değiştirilmiştir. < http://www.tika.gov.tr/ >
Bu arada, Türkiye'nin TİKA aracılığıyla yaptığı kalkınma yardımlarının
2002'de 83 milyon dolar iken, 2012 yılında 2 milyar 530 milyon dolara ulaştığını
ve 2014 bütçe teklifinin de 99.8 milyon dolar olduğunu, söz konusu Kurumun övgüye
değer birçok işlere imza attığını, tarımdan sağlık hizmetlerine kadar çok
değişik alanlarda yararlı hizmetler yürüttüğünü öğreniyoruz.
Aynı haberde, Sayın Başbakan yardımcısının; “...Atatürk'e ait ne
eser varsa onları da iyileştirdik. Selanik'le ilgili, Kocacık'taki evle,
Manastır'daki okulla ilgili adımları atan bizim hükümetimiz oldu. Gazi Mustafa
Kemal Atatürk'e de devletimizin önceki yöneticilerine ve onların eserlerine de
biz sahip çıkıyoruz. Ne yazık ki bunların istismarcıları, tüccarları da
aleyhimizde konuşmaya devam ediyor...” şeklinde bir övünme ve yakınmasına da
yer veriliyordu. Anlaşılan, Demokrat Parti’nin değil öyle ufak tefek
onarımlarla, koskoca Anıtkabir’i yaptırmakla dahi
Kemalistlerin gözüne giremediği gerçeği göz ardı edilmişti.
Neyse, eski milli görüşçü dostlarımızın; kimilerine göre takiye
amaçlı, kimilerine göre içtenlikle sahip
çıktıkları M. Kemal konusunu geçerek, TİKA eliyle yapılan hizmetlerin genel olarak iyi şeyler olduğunu söyleyelim.
Millet ve memleket hayrına yapılan her işi, şahsen takdir eden bir
anlayışa sahip olmamıza rağmen, normal olmayan ve içimize sinmeyen husus;
haberin aşırı abartılı olmasıdır.
Açıkçası, Sayın Başbakan Yardımcısı’nın ifadesi ile Türkiye o hale
gelmiş, öyle bir kalkınmış ki, bırakınız dışarıdan yardım almayı, Dünyanın en
gelişmiş ülkesinin halkına bile yardım elini uzatır hale gelmiştir. Süper güce
sahip bir devletin yurttaşı oldukları halde, Arizona steplerinde 21.yüzyılda hȃlȃ
içme suyuna muhtaç durumda olan Kızılderililer, ancak Türkiye’nin yardımı ile
suya kavuşacaklar.
Şayet, Sayın Başbakan Yardımcısı, bu beyanatı verirken; “Türkiye,
TİKA vasıtasıyla, şu dost veya fakir ülkelere şu yardımları yapıyor; bu arada
Türkiye’nin tanıtımı amacıyla da, ABD’de şöyle bir proje uyguluyor” söylemiş
olsaydı, tebrik etmekten başka söyleyecek bir sözümüz olmazdı.
Lȃkin, " Türkiye’nin,
tarihinde ilk defa dünyanın en gelişmiş ülkelerinin başında gelen ABD'de, halka
yardım eli uzatır hale geldiği " ilȃn edilince; ister istemez, gerçek durumun ne olduğuna bakmak
ihtiyacı doğuyor.
***
ABD, 50 eyaletin birleşmesinden oluşan, Türkiye’nin 11 kat arazi varlığına
ve 4 kat nüfusuna sahip; kişi başına düşen milli geliri, 47 bin Dolarla
Türkiye’den 4,5 kat daha fazla olan bir ülke. (Türkiye’nin 2012 yılındaki kişi
başına düşen milli geliri 10.500 dolar olup, 2023 hedefi 25 bin dolar
öngörülmektedir.)
Zikredilen haberde, söz konusu proje hakkında herhangi bir teknik bilgi
verilmiyor. Finansal boyutundan da bahsedilmiyor. Ancak, 2014 yılı bütçe
teklifinde genel bütçeden 99.8 milyon TL, yaklaşık 50 milyon dolar bir kaynak
ayrıldığı; bunun 39 milyon TL’lik bölümünün Orta Asya, Balkanlar ve civarı
ülkeler için harcanacağı ve TİKA’nın 120 ülkede faaliyet gösterdiği dikkate
alınırsa; ileri sürülen projenin mali boyutunun en fazla bir kaç milyon
dolarlık sembolik bir rakam olduğunu tahmin etmek zor olmaz.
Amerika için sadaka niteliğinde olan birkaç milyon dolarlık bir içme suyu
projesi için, Türkiye artık Amerikan halkına yardım elini uzatır duruma
gelmiştir, iddiasında bulunmak ne derece doğrudur?
Siyasî propaganda herhalde böyle bir şeydir. Tıpkı “IMF’ye kredi açacak
duruma geldik” iddiasında olduğu gibi. Evet, gerçekte; IMF (Uluslararası Para
Fonu), 450 milyar dolar civarında bir kredi fonu oluşturmak için üye ülkelerden
bu fona katılmalarını istemiş; otuz’un üzerinde ülke, değişik miktarlarda kredi
taahhüdünde bulunmuştur. Bunların içinde Japonya 60 milyar dolar, bazı AB
ülkeleri 30- 40 milyar dolar, hatta ekonomik krizde olan Güney Kıbrıs dahi 600
milyon dolar taahhütte bulunurken, Türkiye de kendi çapında 5 milyar dolarlık
bir taahhütte bulunmuştur. Yani, Türkiye’nin durup dururken, tek başına IMF’ye
borç vermesi söz konusu değildir.
Türkiye IMF’ye olan borcunu sıfırlamıştır, bu doğru, fakat bu borç
Türkiye’nin diğer dış borçları yanında küçük bir rakamdı. Resmî kayıtlara göre,
2002 yılında, kamu dış borç stoku 64.5
milyar dolar iken 2013 yılında 103.3 milyar dolara çıkmış; Özel sektör borcu da
dahil edildiğinde, toplam ülke borcu 2002’de 129.5 milyar dolardan 2013 yılında
350 milyar dolara yükselmiştir.
Diğer taraftan; iç borçları da hesaba kattığımızda ve bu borçlardan kamunun
elindeki net varlıkları çıktığımızda; 2002 yılında 215.6 milyar TL olan kamu
net borcu 2013 yılı II. çeyreğinde 217.5 milyar TL olarak görülmektedir. Aradan
geçen 11 yılda yapılan 50 milyar TL civarındaki özelleştirme gelirlerine ve
Merkez Bankası döviz stoklarındaki artışa rağmen, toplam kamu net borcunda bir azalma olmamıştır. 2002’de 43 milyar
dolar olan özel sektör dış borcu ise günümüzde 240 milyar dolara yükselmiştir. Bu
rakamlar, Hazine Müşteşarlığı’nın ve Merkez Bankası’nın resmî web sitelerinde
görülebilir.
Olumlu bir nokta yok mu sorulursa; 2002 yılında Türkiye’nin brüt dış borç
stokunun, GSYH’ya (gayrı safi yıllık hasılaya) oranı % 56.2 iken 2013 yılında
bu oran 41.4’e düşmüştür. Türkiye, borçlarını daha rahat döndürebilir hale
gelmiştir.
Bütçe açısından ise; 404 milyar TL olan 2013 yılı bütçesinde, gelirler 370
milyar TL olarak öngörülmüş, 34 milyar TL açığın iç borçlanma ile karşılanması
ve ayrıca yıl içinde 53 milyar TL iç borç faizi ödeneceği planlanmıştı. Yıl sonunda
gerçekleşme durumu açıklanacaktır.
2001 krizinin üzerinden 12 yıl geçmiş olmasına, alınan tüm ekonomik
tedbirlere, yapılan özelleştirmelere ve ağır vergilere rağmen; Türkiye’nin
halen iç ve dış borç yükünden ve faiz batağından kurtulamadığı görülmektedir.
Son 11 yıllık sürede toplam 400 milyar TL civarında bir faiz ödenmiştir.
Ekonomi ile ilgili bir başka gösterge; Türk Lirasının Dolar karşısında
değer kaybıdır. Şöyle ki, Merkez Bankasınca açıklanan çapraz kurlara
baktığımızda; 2003 yılında, 1 ABD doları 1.38 TL iken, 2013 yılında 1.98 TL
olmuştur. Yani 10 yıl içinde TL, Dolar karşısında yaklaşık %44 değer
yitirmiştir.
Peki, TL değer yitirirken, diğer ülke paralarında durum ne olmuştur: Birçok
ülke parasının Dolar karşısında, TL’nin tersine değer kazanmış olduğunu
görüyoruz. Diğer bir ifade ile ABD Doları, dünya genelinde değer yitirirken
Türkiye’de değer kazanmıştır.
Mesela; 2003- 2013 yılları mukayesesinde; 1 ABD doları 108.49 Japon Yeni
iken, 97.79’a düşmüştür. Bu oran; Avrupa Birliği parası EURO da 0.85’den 0.74’e;
Avustralya Dolarında 1.45 den 1.06’ya; İsviçre Frangında 1.31’den 0.91’e;
Kanada Dolarında 1.33’den 1.04’e düşmüştür.
Aynı zaman diliminde; Suudi Arabistan Riyali, dolar karşısında
değerini korumuş; İngiliz Sterlininde ise sadece %4 gibi bir değer kaybı
olmuştur.
Diğer taraftan, çok övünülen ihracattaki artış, ithalattaki artış göz ardı
edilerek verilmektedir. İhracatın, ithalatı karşılama oranı % 60 sevilerinde
olup, yükse seviyede cari açık devam etmektedir.
Bu arada, Ekonomi Bakanlığının kayıtlarından, 2012 yılında Türkiye’nin
dünya mal ihracatındaki payının % 0,83; hizmet ihracatında ise %0,97
düzeyinde olduğunu öğreniyoruz. Aynı yıl işsizlik oranı %9 kalkınma hızı %2,2
olarak gerçekleşmiştir ki, bu tablo pek de övünülecek bir durumu
yansıtmamaktadır. < http://www.ekonomi.gov.tr/ >
Netice itibariyle: Türkiye ekonomisi, keşke o seviyeye gelmiş olsaydı ama
maalesef, bütçe açığı hȃlȃ borçlanma yolu ile kapatılmaktadır. Nerede kaldı ki,
ABD halkına yardım edecek durumda olsun. Bu vaziyette, sembolik bir çalışmayı
abartarak, olduğundan fazla bir şekilde kamuoyuna ilȃn etmek doğru değildir.
Ayrıca, bu haberi gören ve halen Suriye sınırında koruma görevi üstlenen
ABD’nin Patriot füze bataryasının askerleri; “madem o kadar zenginsiniz, bize
neden ihtiyaç duydunuz” diye sormazlar mı?
Meselenin bir başka yönü ise; ülke içinde henüz yeterince yolu, suyu ve
elektriği olmayan, alt yapı eksikliği bulunan birçok yerleşim yeri dururken ve
ayrıca yüksek seviyede işsizlik varken, sınırlı olan kaynakların yurt dışına
harcanması ne derece doğrudur. Ayrıca tartışılması gerekir.
Not: Bu yazı 22 Ekim 2013 tarihinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder