13 Mart 2014 Perşembe

Zamȃne mürşitleri, mehdileri

 Yazı Tarihi: 13.03.2014
Menfi hadiseleri göz önüne sermenin, tavsiye edilir bir yanı olmadığı bilinir. Lȃkin, günümüzde öyle şeyler cereyan ediyor ki; sabredebilirsen gel de sabret, denilecek türden. Zamanımızda, kerȃmetleri ve mȃrifetleri kendinden menkul pek çok zat-ı muhterem, zuhur etmiş bulunmaktadır.

Adamın biri, nasıl olmuşsa önemli bir tarikatın başına geçmiş; bir sürü masum insanı peşine takmış. O da yetmemiş bir parti kurup, tarikat-siyaset-ticaret üçgeninde icraata başlamış. Hızını alamamış, meydanlara çıkmış; dünya ȃlemin şehȃdetinde müttefik olduğu, merhum ve mazlum İskilipli Atıf Hoca hakkında“vatan hainidir” hükmünü vermiş.

Neymiş efendim; güya, Hoca Efendi Padişaha sadık kalmış da Kuva-i Milliye'yi desteklememiş. Böyle bir iddia, tamamen mesnetsizdir. Çünkü merhum Hoca’nın idam sebebi “Frenk Mukallitliği ve Şapka” adıyla bir kitapçık yazmış olmasıdır. Üstelik o kitapçığı şapka inkılȃbı gündemde yokken yazmıştır. 

Diğer taraftan, Halifenin yanında yer alıp Kuva-i Millîye’yi desteklememiş olsa bile; birazcık tarih bilgisine sahip olanlar çok iyi bilirler ki; o devirde, hukuken geçerli idare İstanbul’da idi. Yani, Halife meşru bir idareyi temsil ediyordu. Zaten, M. Kemal Paşayı Anadolu’ya Ordu Müfettişi olarak resmen görevlendiren de Padişahın kendisi idi. Daha sonra, İstanbul’da işgal altındaki Hükümet’in bir şey yapamayacağı görülerek; sivil asker vatanperverler tarafından toplanan Erzurum Kongresinde, işgal kuvvetlerine karşı Anadolu’da bir kurtuluş hareketine karar verilmiştir. Fakat başlangıçta bu millî hareket, milletin tamamı tarafından desteklenmiyordu. O devirleri herkesten iyi bilen ve M. Kemal’in en sadık adamı ve Millî Mücadelenin önde gelen sîmalarından biri olan Celȃl Bayar’ın 1980’li yılların başında, TRT’de bir söyleşide, bu konuda;  “Millî Mücadeleyi halkın ancak yüzde yirmisi destekliyordu. Yani biz yüzde yirminin desteği ile zaferi kazandık. Sanıldığı gibi herkes bizi desteklemiyordu” şeklinde bilgi verdiğini çok iyi hatırlıyorum. Kuşkusuz, bu söyleşi TRT arşivlerinde saklıdır.  

Zaten halkın tamamı bu hareketi destekler durumda olsa idi, 1921 Ağustos’unda on maddelik Tekȃlif-i Milliye Emirleri yayımlanmaz ve bu emirlere uymayanları cezalandırmak için beş yerde İstiklȃl Mahkemesi kurulmazdı. Hattȃ İstanbul’daki birçok sivil aydın ve daha sonra millî mücadele hareketine katılan pek çok askerî şahsiyet dahi başlangıçta bu harekete kuşku ile bakmış, dahil olmakta tereddüt geçirmişlerdir.  

Bu gerçek karşısında, bugün kalkıp da o günün şartlarını düşünmeden, milletin yüzde seksenine hain damgası vurulabilir mi? Ne zaman ki Millî Mücadele hareketi rüştünü ispat etmiş, hukuki statü kazanmıştır; işte o zaman, milletin kahir ekseriyeti tereddüt’ü bırakıp, canıyla, malıyla destek olmuştur. Millî Mücadeleye, başlangıcında destek vermedi, Padişah’ın yanında yer aldı diye kimse hainlikle suçlanamaz.  

Aynı zat, yine de hızını alamıyor: “M. Kemal’in hafız olduğunu, annesinin dergâhında kan ter içinde zikir ettiğini” ilȃn edip, hiçbir aslı esası olmayan beyanatlar veriyor. Ne diyelim Allah akıl fikir versin. Peşinden gidenlere de biraz ferȃset..

Diğer bir zat, böyle basit avamȋ makamlarla yetinmiyor. Zenginlerin kızlı erkekli, eğitimli çocuklarını etrafına toplamış; evrim teorisine karşı, Risale-i Nur’lardan kopya birtakım kitaplar yazdırıp neşrettirerek isim yapmış, ünlü olmuş. Bu kadarla iktifa etmeyip, Hz. Yakup Aleyhisselȃm’a uzanan bir şecere ile makamını yükseltmiş. Bu da yetmemiş, ahir zamanda gelecek zatın kendisi olduğuna etrafındaki sosyetik gençleri inandırıp, beklentiye sokmuş. Hattȃ bu konuda bir kitap bastırıp, ücretsiz dağıtarak;  tanınmış Nur Talebelerinin isimlerini de vererek, güya onların Risale-i Nur’u anlamadıklarını, yanlış yorumladıklarını ve bu hususta yanıldıklarını ispatlamaya çalışıp, o beklenen zatın bütün alȃmetlerinin kendisinde var olduğunu beyan ediyor. İddiasını desteklemek amacıyla, burada isimlerini vermeyi uygun bulmadığım, bazı yaşlı mübarek ağabeylerle yapılan röportajları çarpıtarak, televizyonunda yayımlamaktan da geri kalmıyor.

Bu muhterem ağabeylerin kendileri ile ne amaçla röportaj yapıldığını bildiklerini sanmıyorum. Fakat etraflarındaki şahısların, biraz daha dikkatli olmaları gerekmez mi diye düşünürüm.  
Gariptir, bu zat, Risalelerdeki ahirzamana dair bahisleri kendi lehine yorumlamaya çalışırken, nedense tesettüre dair bahsi görmez; canlı yayında, boyalı, aşırı makyajlı, açık saçık müritleriyle Ankara havaları eşliğinde ȃlem yapmayı ihmal etmez. Ayrıca, her vesîle ile Atatürk’ün dindarlığından söz etmekten de geri kalmaz. İlginçtir, kendisinin Mehdiliğini ortaya atarken, Mehdinin karşısında olması gereken Deccal’in kim olduğundan hiç bahsetmez.   

Bu zat-ı muhteremler; sahip oldukları birçok radyo, televizyon ve diğer medya araçlarını en geniş şekilde kullanırken; ne Diyanet’in ve ne de RTÜK’ün herhangi bir ikaz ve engeli ile karşılaşmadıkları anlaşılmaktadır.

Yaşadığımız devirde; en baştaki siyasîlerden, en kıyı köşedeki bir takım şahıs ve oluşumlara kadar, dinin; siyasete, ticarete ve şahsî çıkarlara ȃlet edilmesinin yaygınlaştığını görmekteyiz.

*****

18 Ocak 2014 Cumartesi

DELİ GÖNÜL

                                              BUHARA

Daha senden gayrı âşık mı yoktur
Nedir bu telaşın ey deli gönül
Hele düşün devr- i Adem’den beri
Neler gelmiş geçmiş say deli gönül

Günde bir yol duman çöker serime
Elim ermez gidem kisb ü kârime
Kendi bildiğine doğrudur deme
Gel iki adama uy deli gönül


Şu yalan dünyadan ümidini üz
İnanmazsan bak kitaba yüz be yüz
Hanen mezaristan malın bir top bez
Daha doymadıysan doy deli gönül


Baktım iki kişi mezar eşiyor
Gam kasavet geldi boydan aşıyor
Çok yaşayan yüze kadar yaşıyor
Gel de bu rüyayı yor deli gönül


Bir gün bindirirler ölüm atına
Yarın iletirler Hak’kın katına
Topraklar susamış adam etine
Hep ağzını açmış hey deli gönül


Mevlâ’m kanat vermiş uçamıyorsun
Bu nefsin elinden kaçamıyorsun
RUHSATÎ dünyadan geçemiyorsun

Topraklar başına vay deli gönül


Kelimeler                                : 
gayrı: başka
devr- i Adem: Hz. Adem zamanı
ser: baş
kisb ü kâr: iş-güç, kazanç
üz: çevir
yüz be yüz: doğrudan
hane: ev
mezaristan: mezarlık
bir top bez: kefen
gam kasavet: üzüntü, keder
RUHSATÎ: (1835-1911) Sıvaslı halk ozanı

27 Mayıs 2013 Pazartesi

ARILAR ÇALIŞIYOR

"...Rabbin bal arısına vahyetti: “Dağlarda, ağaçlarda ve hazırlanan kovanlardan yuva edin.” - “Sonra bütün-çeşitli ürünlerden yararlanmak için Rabbinin senin için hazırladığı yaylım alanlarına git." Onların karınlarından, çeşitli renklerde nektar-balözü çıkar. Onda insanlar için şifa vardır. Şüphesiz bunda, düşünen kimseler için ibretler vardır!" Kur`an- Nahl/68-69  






































Arıların yeni bir yuva kurma heyecanı:

 

 

28 Şubat 2012 Salı

28 ŞUBAT KARARLARI


GÜNDEM 28 ŞUBAT KARARLARI OLDUĞUNDA, ZAMANIN HÜKÜMETİNİN TAVRI TARTIŞILIR. 
KİMİLERİ, DÖNEMİN BAŞBAKANININ SÖZ KONUSU KARARLARI İMZALAMADIĞINI SÖYLER.. 

NE DİYELİM BOŞUNA DEMEMİŞLER: "HAFIZA-İ BEŞER NİSYAN İLE MALULDÜR"

Aşağıdaki yazı tarihe bir not düşmek içindir..

"28.2.1997 tarihli Milli Güvenlik Kurulu kararlarının 13 Mart 1997 günü Bakanlar Kurulunda öncelikle müzakere edildiği malumlarınızdır. 

Bu müzakerede alınan “İrtica ile etkin bir şekilde mücadele edilmesi” kararı mucibince Milli Güvenlik Kurulu’nun Bakanlar Kurulumuza bildirdiği hususların bir kopyası ilişikte bilgilerinize sunulmuştur. 

Bu konuların önemle dikkate alınarak, Anayasamızın; T.C. Devletinin Demokratik, Laik, Sosyal hukuk devleti olması temel ilkeleri çerçevesinde, Bakanlığınızı ilgilendiren konularda, konu ile ilgili kısa, orta ve uzun vadeli tedbirlerin dikkat ve ihtimamla alınması, mali destek ve yasa değişikliğine ihtiyaç gösteren tedbirler varsa, bunlar hakkında da Bakanlar Kurulunca gereğinin yerine getirilebilmesi için Başbakanlığa bilgi verilmesini rica ederim."
           (İmza)
Prof. Dr. Necmeddin ERBAKAN

   Başbakan





6 Aralık 2006 Çarşamba

GÜZEL SÖZLER

© Sadi-i Şirazi, Şule Yayınları. İstanbul.
**********************************************************
SADİ-İ ŞİRAZİ'NİN "GÜLİSTAN"©  ADLI ESERİNDEN ALINTI: 

Bir gece geçen günlerimi düşünüyor, telef ettiğim ömrüme üzülüyor ve gönül sarayının taşını gözyaşı elmasıyla delerken halime uygun olarak şu beyitleri söylüyordum:

Her an eksiliyor ömrümden bir nefes;
bakıyorum da,
fazla bir şey yok
geriye kalan.
Elli sene geçmiş ömründen;
uykudasın hala.

Keşke bilsen şu beş günün kıymetini!
Hiçbir şey yapmayıp, ahiret yolculuğuna çıkan kişiye yazık!

Göç kösü çaldığı halde o yapmamıştır yol hazırlığını henüz.
Yolculuk günü sabahının tatlı uykusu
eder yolcuyu yolundan.

Bu dünyada yeni bir bina yapan,
giderken bırakır konağını başkasına.
Sonra gelen de kapıldı aynı hevese.
Oysa bitiremez kimse bu binayı.


Dost sayma kalıcı olmayan yari.
Dost olmaya gelmez bu vefasız yar. 

Mademki ölecek hem iyi, hem kötü,
ne mutlu iyilik yapana!
Ahiret hayatının azığını gönder mezarına.
Sen gittikten sonra
kimse göndermez bir şey sana.
haydi
şimdiden gönder.

Ömür Temmuz güneşindeki kara benzer.
Eriye eriye
az bir şey kaldı geriye.
Oysa efendi hala gaflet içinde.
Elin boş gitmişsin pazara;
eminim;
dolu getirmeyeceksin çıkınını.
Ekinini olgunlaşmadan yiyen
kuru başak toplar harman vakti.


Bu mana üzerinde düşündükten sonra köşeme çekilip oturmayı, eş dostla görüşmeyi terk etmeyi, defterimdeki saçma sapan sözleri silmeyi ve artık abuk sabuk konuşmamayı uygun gördüm.

Diline hakim olup bir köşeye oturan
İyidir diline hakim olamayandan.


Dostlarımdan biri kecavenin bir tarafında, ben öbür tarafında oturup yolculuk etmiş, üstelik aynı odayı paylaşmıştık. Her zamanki adeti gibi içeri girerken şaka yapmaya başladı. Hiç cevap vermedim. Başımı kaldırmayınca kırgın kırgın bana baktı:

“Kardeşim; şimdi konuşma olanağın varken rahat rahat söyle.
Çünkü yarın geldi mi ecel ulağı, ister istemez susacaksın.”
dedi.

...................................

Ey akıl sahibi;
Bilirmisin
ağızdaki dil nedir?

Hüner sahibinin hazine kapısının anahtarı.

Olunca kapın kapalı
nasıl bilinir
mücevherci mi
tuhafiyeci mi?


Akıl sahipleri edep sayarlar susmayı.
ama konuşmaya çalış gerektiğinde.


Zarar verir iki şey akla:
Konuşulacak zamanda susmak;
Susulacak zamanda konuşmak.

***********************************