24 Şubat 2016 Çarşamba

“Bediüzzaman Efsanesi ve Said Nursi Gerçeği”; GERÇEK Mİ SUİZAN MI?

Emrah Cilasun adlı Marksist bir şahsın “Bediüzzaman Efsanesi ve Said Nursi Gerçeği” diye takdim ettiği ideolojik amaçlı yayın, geçen yıl piyasaya çıkmıştı..

İdeolojik amaçlı diyorum, çünkü kitabın takdiminde yer alan; “Bugün toplumsal hayatın din tarafından şekillendirildiği bir Türkiye ile karşı karşıyayız. Günübirlik yaşamın içerisinde başta kadınlar olmak üzere bütün toplumun baş döndürücü bir süratle din tarafından çembere alındığına şahit olmaktayız...” şeklindeki cümlelerden, sosyal hayattaki dinî gelişmelerden ne denli rahatsızlık duyulduğu anlaşılıyor..

Bir okur olarak, eleştiri kitaplarında aradığım üç husus: 
- Eleştirilerde önyargısız ve objektif davranılmış mı?
- Ortaya konulan belge ve bilgilerin doğruluk payı?
- Yapılan eleştiriler ve değerlendirmeler makul ve mantıklı mı?

Bu bağlamda, İslȃma karşı önyargılı mantaliteye sahip bir Marksisten, İslȃm alimi olan Said Nursi’ye övgüler düzmesi yada objektif davranmasının beklenemeyeceği açıktır. 
Kitaptaki iddiaların tek tek ele alınıp irdelenmesi ayrı bir çalışma konusudur. Biz burada, kitapta ortaya atılan tezlerin makul ve mantıklı olup olmadığı hususunda, bir örnek üzerinden analiz yapmaya çalışacağız. 
Somut bir örnek olarak; Bediüzzaman Said Nursi’nin çok önemli bir projesi olan, Van’da açılmasını teklif ettiği ve “Medresetüzzehra” namını verdiği okula dair, kitabın 180’inci sayfasında yazılanlara bakalım: 

Yerel otorite olarak Valinin (...) önerdiği medreseye -Molla Said’e vaat edilen miktar yerine “cüzi” bir paranın verilecek olması- Osmanlı Devletinin – Arnavutluk örneğinden sonra- azınlıklarla ilgili şüpheci refleksi ile alakalıydı. Nihayet, Haziran 1911’de destek vaat edilen medresenin sadece temeli, “yirmi bin altın” yerine “yirmi beş bin Osmanlı Lirası” ile ancak Ekim 1913’de atılacaktı.

Marksist Yazarın iddiasına göre
Said Nursiye vaat edilen yirmi bin altın yerine, verilen sadece cüz’i bir miktar olan yirmi beşbin Osmanlı Lirasıdır. Onunla da ancak bu medresenin temeli atılmıştır.” “Bunun sebebi Arnavutluk örneğinden (Yani, Osmanlı'da asli unsurlardan olan Arnavutların 1912 Balkan savaşında ayrılmalarını kastediyor) sonra azınlıklarla ilgili şüpheci refleksi ile alakalıydı."
Şimdi bu iddiaları sırayla ele alalım:

1- Medresetüzzehra için tahsis edilen 25 bin Osmanlı Lirasının; vaat edilen 20 bin altınla mukayese edildiğinde cüz’i (çok az) bir miktar olduğuiddiası doğru değildir

ÇÜNKÜ: 1844 yılından 1922 yılının Kasım ayına kadar kullanılmış olan Osmanlı lirası, o tarihlerde yaklaşık bir altın lira değerindedir. 
İktisatçı Prof. Feridun Ergin’e göre, Birinci Dünya Savaşından önce, bir Osmanlı Lirasının değeri 6.615 gram saf (24 ayar) altındı¹, yani yaklaşık 1 altın lira kadardı (Altın lira 22 ayar, yaklaşık 7.2 gr.dır.) . Açıkçası, tahsis edilen 25 bin Lira; iddia edildiği gibi, 20 bin altından daha az değerde değildir.

¹<https://atamdergi.gov.tr/tam-metin-pdf/521/tur>

2-25 bin Osmanlı Lirası ile ancak temel atıldığıiddiası doğru değildir.
ÇÜNKÜ: Van’ın Edremit İlçesi yakınlarında temeli atılarak inşaatı başlatılan medresenin temeli için harcanan para, 25 bin Lira değil,  1-2 bin lira kadardır. 

3- Vadedilen ödeneğin güya azaltılmasına gerekçe gösterilen; Kürtlerin azınlık gibi addedilerek onlara şüphe ile bakıldığıiddiası geçersizdir.
ÇÜNKÜ: Gerekçe geçersiz olunca iddia da kendiliğinden geçersiz olur. Tahsis edilen 25 bin Liranın, vaat edilen yirmibin altına göre cüz’i bir miktar olduğu iddiası doğru olmayınca; buna istinaden kurulan hüküm de geçersiz olur.

Ayrıca, Osmanlıda Müslüman tebaa hiçbir zaman azınlık muamelesi görmemiştir. Askerlik, vergi ve sair işlerde azınlık muamelesi görenler gayrı Müslimlerdir. Arap-Kürt-Çerkez-Arnavut gibi Müslüman unsurların Türk asıllılardan hiçbir farkı yoktur. Hadisenin cereyan ettiği devirde iktidarda olan İttihat Terakki zamanında Türkçülük fikri yeşermeye başlamış olsa da devletin temel felsefesinde bir değişiklik yoktur.
Görüldüğü gibi Medresetüzzehra ile ilgili iddialar temelsizdir.
 

--------------------------------------------------------------------------------
Not: Bu yazının yazılmasına sebep olan muhterem Mehmet Çetin Bey'e değerli paylaşımları için teşekkür ederim.
Ayrıca, bu tür eleştiriler daha doğrusu iftira ve karalamalar karşısında nasıl bir tavır alınması gerektiğini ve de özellikle neşriyatçılara düşen görevler konusundaki nacizane düşüncelerimizi, kısmet olur ise, başka bir yazıda ele alalım..

18 Ocak 2014 Cumartesi

DELİ GÖNÜL

                                              BUHARA

Daha senden gayrı âşık mı yoktur
Nedir bu telaşın ey deli gönül
Hele düşün devr- i Adem’den beri
Neler gelmiş geçmiş say deli gönül

Günde bir yol duman çöker serime
Elim ermez gidem kisb ü kârime
Kendi bildiğine doğrudur deme
Gel iki adama uy deli gönül


Şu yalan dünyadan ümidini üz
İnanmazsan bak kitaba yüz be yüz
Hanen mezaristan malın bir top bez
Daha doymadıysan doy deli gönül


Baktım iki kişi mezar eşiyor
Gam kasavet geldi boydan aşıyor
Çok yaşayan yüze kadar yaşıyor
Gel de bu rüyayı yor deli gönül


Bir gün bindirirler ölüm atına
Yarın iletirler Hak’kın katına
Topraklar susamış adam etine
Hep ağzını açmış hey deli gönül


Mevlâ’m kanat vermiş uçamıyorsun
Bu nefsin elinden kaçamıyorsun
RUHSATÎ dünyadan geçemiyorsun

Topraklar başına vay deli gönül


Kelimeler                                : 
gayrı: başka
devr- i Adem: Hz. Adem zamanı
ser: baş
kisb ü kâr: iş-güç, kazanç
üz: çevir
yüz be yüz: doğrudan
hane: ev
mezaristan: mezarlık
bir top bez: kefen
gam kasavet: üzüntü, keder
RUHSATÎ: (1835-1911) Sıvaslı halk ozanı

6 Aralık 2006 Çarşamba

GÜZEL SÖZLER

© Sadi-i Şirazi, Şule Yayınları. İstanbul.
**********************************************************
SADİ-İ ŞİRAZİ'NİN "GÜLİSTAN"©  ADLI ESERİNDEN ALINTI: 

Bir gece geçen günlerimi düşünüyor, telef ettiğim ömrüme üzülüyor ve gönül sarayının taşını gözyaşı elmasıyla delerken halime uygun olarak şu beyitleri söylüyordum:

Her an eksiliyor ömrümden bir nefes;
bakıyorum da,
fazla bir şey yok
geriye kalan.
Elli sene geçmiş ömründen;
uykudasın hala.

Keşke bilsen şu beş günün kıymetini!
Hiçbir şey yapmayıp, ahiret yolculuğuna çıkan kişiye yazık!

Göç kösü çaldığı halde o yapmamıştır yol hazırlığını henüz.
Yolculuk günü sabahının tatlı uykusu
eder yolcuyu yolundan.

Bu dünyada yeni bir bina yapan,
giderken bırakır konağını başkasına.
Sonra gelen de kapıldı aynı hevese.
Oysa bitiremez kimse bu binayı.


Dost sayma kalıcı olmayan yari.
Dost olmaya gelmez bu vefasız yar. 

Mademki ölecek hem iyi, hem kötü,
ne mutlu iyilik yapana!
Ahiret hayatının azığını gönder mezarına.
Sen gittikten sonra
kimse göndermez bir şey sana.
haydi
şimdiden gönder.

Ömür Temmuz güneşindeki kara benzer.
Eriye eriye
az bir şey kaldı geriye.
Oysa efendi hala gaflet içinde.
Elin boş gitmişsin pazara;
eminim;
dolu getirmeyeceksin çıkınını.
Ekinini olgunlaşmadan yiyen
kuru başak toplar harman vakti.


Bu mana üzerinde düşündükten sonra köşeme çekilip oturmayı, eş dostla görüşmeyi terk etmeyi, defterimdeki saçma sapan sözleri silmeyi ve artık abuk sabuk konuşmamayı uygun gördüm.

Diline hakim olup bir köşeye oturan
İyidir diline hakim olamayandan.


Dostlarımdan biri kecavenin bir tarafında, ben öbür tarafında oturup yolculuk etmiş, üstelik aynı odayı paylaşmıştık. Her zamanki adeti gibi içeri girerken şaka yapmaya başladı. Hiç cevap vermedim. Başımı kaldırmayınca kırgın kırgın bana baktı:

“Kardeşim; şimdi konuşma olanağın varken rahat rahat söyle.
Çünkü yarın geldi mi ecel ulağı, ister istemez susacaksın.”
dedi.

...................................

Ey akıl sahibi;
Bilirmisin
ağızdaki dil nedir?

Hüner sahibinin hazine kapısının anahtarı.

Olunca kapın kapalı
nasıl bilinir
mücevherci mi
tuhafiyeci mi?


Akıl sahipleri edep sayarlar susmayı.
ama konuşmaya çalış gerektiğinde.


Zarar verir iki şey akla:
Konuşulacak zamanda susmak;
Susulacak zamanda konuşmak.

***********************************